Bireysel ya da toplumsal olarak birçok alanda ve bakış açımızın merkezinde, ön yargıyı benimsemiş durumdayız ne yazık ki.
Nasıl bir yanılgıyla hareket ediyorsak, çoğu kez ideolojik bir düşünceye karşı farkındalık geliştirdiğimizi düşünüp, yeni bilgi ve gözlemleri hiçe sayarak tek bir olguya bağlanıp, doğruyu gördüğünü zanneden ve değişimi üstlenemeyen bireyler oluşturmuşuz.
‘Bildiğimiz doğrudur’ anlayışıyla bir defalığına mahsus bir yargımızı yedekleme yapıp, sürekli kopyala yapıştır moduyla ön yargı çoğaltmışız. Böylelikle ön yargıyla hareket eden toplumlarda, bireylerin ya da ön yargının getirdiği dışlanmışlık duygusuyla baş başa kalan azınlığın, herhangi bir konu üzerinde kendilerini ifade etme, geliştirme, yenilenme ve var olma olasılığı çoğu zaman imkânsız hale gelmiştir.
Ön yargı, bireysel bağlamda soyut ve somut kavramlarda kendini gösterirken, toplumsal alanda çoğu kez ideolojik yaklaşımlarda ön plana çıkar. Yanında olmak ya da karşısında olmak diye ikiye ayırıyorum. Yanında olmak koşulsuz inanmak, güvenmek, doğruluğunu tüm dünyaya ispat etme çabası ve acele kararlar vermekten kaynaklanır. Karşısında olmaksa, hiçbir şeye dayanmadan birkaç içsel uyarı, taklit yolu ile yargısız infaz üzerinden ilerlemektir ki, en çok da karşısında durmayı sever insanoğlu.
Dünyanın merkezinde sinsi ve çıkarcı politika üreten ülkeler en az 50 yıllık gelişme planlarını yüzyıllardır derin siyasetlerinde ön yargı üzerinden sağlamaktadır. Bugün sosyo-kültürel ve ekonomik çalkantılarda, siyasi anlaşmazlıklarda, güçsüz ülkeleri algı operasyonlarıyla kolayca alt edebilme başarısı göstermiş ve farklı toprakların iç siyasetine kolaylıkla müdahale edebilmişlerdir. Ön yargıyı önce oluşturuyorlar, inandırıyorlar ve kullanıyorlar.
Ön yargı stratejisine yenik düşen toplumlar, yabancı ellerle kendi ülkelerini tehdit edecek boyutta, içten çökertme çabasına dâhil olmuşlardır. Günümüzde dil, din, ırk, mezhep farklılıklarını kullanarak algı yaratan ülkeler, basit ön yargılarla suyun akışına kapılan zavallı toplumları yok etme boyutunda bir kaosa ev sahipliği yapmaktadır. ‘Misafir geldin, misafir kalacaksın’ anlayışıyla önce sevimli gözüken bu sinsi politika, sonrasında ezip, sömürüp, böl, parçala, yönet planıyla kendilerine mal edecekleri yeni nesiller oluşturmaktadırlar.
Ön yargıyı, taşsız, çakılsız, yağ gibi kayan, hız sağlayan, zamanı kontrol eden yol inşalarında kullanan hadsiz beyinlerin, kendi lehlerine açtıkları kazanç kapılarını kapatmanın zamanı gelmedi mi? Onların yolundan gitmek zorunda olmadığımızı, kendi yolumuzu kendimizin inşa edebileceğini akıl, mantık ve bilimle örgütlenerek anlatmak için daha bekleyecek miyiz?
Yine teknoloji çağıyla beraber, başkalarının ön yargılarını kurnazca kullandığını varsayan, ancak kendi yalanına hapsolmuş bir nesil var ki, devamı da yetişiyor. Örneğin, sosyal medyada takipçilerinin ön yargı algısını kullanarak kendini gizlemeyi başarabilen ve bunu görselde kolaylıkla üstlenen bireyler mevcut. Alım gücünü yüksek gösterme çabasını bir markayla ortaya koyan, iki mutluluk pozlarıyla dünyanın gamından kederinden uzak gözükmeye çalışanların yanı sıra, tükenmişlik ve yenilmişlik acısıyla beslenen ilgi meraklıları da gün geçtikçe çoğalmakta. Bu kimseler, asıl kimliklerine yakın; makyajsız yorgun bir yüz, gerçek bir gülümseme, samimi ve incinebilirliği yüksek açıklama içeren paylaşımları görünce de, beğeni üzerine beğeniyle başka hayatlarda özünü bulma isteği duyuyorlar.
Böyle öğretilmiş ve sinsice empoze edilmiş ön yargılar, gerçekler karşısında kör, sağır, dilsiz ve düşünme güdüsü elinden alınmış robotlar yaratmaktadır. Bunu bir koz olarak akıllıca kullanan bireylerin, toplumların hatta bu sinsi politikada bir araya gelmiş ülkelerin oyuncağı olmamak için şimdilik kırma güçlüğü çeksek de, en azında ön yargılarımızı çatlatabiliriz. İşte o zaman tüm sahtelikleri gerçekle buluşturup, sahte düşmanlıkları dostluğa dönüştürebiliriz. Gerçek düşmanları alt etmenin tek yolu bu olsa gerek.