Tatlı bir tartışmanın tam da ortasına düşüverdim ve biri diğerini şikâyet ederek; “Hep olumsuz şeyleri görüyor, hiç olumlu ya da yapıcı konuşmuyor. Ne zaman bir şey sorsam ya da farklı bir şeyle ilgilensem, konu hakkında olumsuz görüşlerini dile getiriyor ya da kötü yönlerini öne sürüyor ve asla “Bu da iyi olmuş, bence harika!” dediğini duymuyorum. Yine aynı şeyi yapıyor. Adam eleştirmek için doğmuş, sadece eleştiriyor.”
Hmm.. Sağlam bir konunun üstüne denk geldiğimi fark ediyorum. Sürekli olumsuz eleştiri yapan arkadaşa dönüyorum; “ Samimiyetine ve iyi niyetine güvenerek söylemeliyim ki; seni hak etmediğin kadar çokça eleştirdiklerini düşünüyorum. Bana göre olumsuz eleştiri yapmayı başkalarından öğrendin ve senden yansımalar da öğrendiğin şekliyle olumsuz ve yıkıcı olabiliyor. Haksız mıyım?
Ben de birkaç kez şahit oldum. Konu her ne olursa olsun, ya “mutlaka zararlıdır” ya da şüphe içinde “mutlaka ilerde zarar verecektir” şeklinde yaklaşımların oluyor. Daha öncesinde “harika ya da çok beğendim” demek yerine, yeni bir değişiklikte “önceki daha iyiydi, bunu sevmedim” diyorsun. Ama öncekinden bahsederken de hiç olumlu yorumlar yaptığını hatırlamıyorum.
Arkadaşım beni dinliyor ve anda susmaya, düşünmeye başlıyor. Birden “Evet aslında haklısın, hep eleştiriye maruz kaldım, çoğu kez bu eleştirileri hak etmediğimi de çok düşündüm. Sanırım farkında olmadan senin de söylediğin gibi, küçük yaşlardan bu yana sürekli eleştirilip, takdir edilmediğimi düşünüyorum. Belki de tek öğrendiğim şey; ‘eleştirmek zorunda olduğum’ fikridir.
Eleştirmeden yanıt veremiyorum. Olumlu bir şeyler olsa bile mutlaka sonunda can sıkacak, olumsuzluğa dönüşecek bir olaylar silsilesi takip ediyor gibi. Yaptığım konuşmalar neticesinde artık olumsuz tavırlar sergilediğimi, bu durumun karşımdakini kırdığını görebiliyorum. Ama bunu yapmazsam da, hem karşımdakine karşı hem de kendime dürüst davranmadığımı düşünüyorum. Yani her iki şekliyle de hem mutsuz oluyorum hem de mutsuz ediyorum.
Önceleri eleştirilerim, kendi inandığım ölçüde çok mantıklı gelirdi. İnsanlara bir yol gösterdiğimi, onları aydınlattığımı ve kendimi doğru ifade ettiğimi zannederdim. Bu durum zamanla bana, onları farkında olarak ya da olmayarak ne kadar kırdığımı ve olumsuzluğa, umutsuzluğa ittiğimi fark ettirdi. Şuan da umut verici, yapıcı konuşmak istesem de, içimden bir ses “yalan söyleme, dürüst ol” diyor.
Aslında durum tam da tahmin ettiğim gibi. Duygular ve duyguları tanımlama şekli de sevgi gibi, öğrenilen bir kavram. Çoğu kez bu öğreticiler, insanlar için dış etkenler olarak tanımladığım, kimi zaman onların ailesi, kimi zaman yakın arkadaşları, öğretmenleri, belki örnek almaya çalıştığı ya da örnek almak zorunda bırakıldığı her hangi birileri olabilir.
Bu çevresel faktörlerin tepkisiyle edinilen duygusal kavramlar, zamanla odak noktasındaki insanın kişilik gelişiminde etken rol oynuyor. Sürekli kırıcı eleştiriler yapan arkadaşım, gelişim evresinde devamlı suretle eleştiriye maruz kalmış, her ne yaptıysa olumlu yönlendirmeler almak yerine hep olumsuzlukla karşılaşmış ve ödüllendirmeden yoksun kalmış. Durumdan rahatsız olsa bile savaşmak yerine, durumu kabul etmiş ve öğrenme eğilimi göstermiş. Tabi olarak bu davranışlar zamanla kişiliğini oluşturan, inandıklarını şekillendiren bir boyutta bedenine, diline ve tavırlarına yansımış. Yanlış olduğunu anladığı anlarda bile kendisine ve öğrendiklerine karşı haksızlık etmemek adına (!) öğrendiklerini uygulamış. Gerekçe olarak, başkalarına yönelttiği olumsuz eleştirileri, kendi kırgınlıklarına yara bandı olarak görmüş.
Kendi duygularına ve hissettiklerine bir ayna tuttuğunda, kendisini yeniden tanımlama şansı olacak. Geçmişinde yaşadığı kötü duygulara kendisinin izin verdiğini ve kendisinin kabullendiğini anladığı, dış etkenleri kendi farkına varamadığı için kabul ettiğini ve affetmesi gerektiğini içsel yolculuğuyla fark edecek. Doğruyla, olması gereken arasındaki ince çizgiyi görmeye başlayacaktır.
Uzun uzun konuştuk. Öğretilerin sonucu meydana gelen hislerin telafisi zamana bırakılırsa, “Kırıla kırıla kırmayı öğrendim ”den ibaret olacaktır. Bu gelişimi içimizde sorgulayarak, kendimizle ve kırgınlıklarımızla barışıp, öğreneceklerimizle yenilenip, bambaşka doğrularla kendimizi yeniden oluşturabiliriz.
Çünkü öğrendiklerimizle var olan bir oluşumun parçasıyız. Hiçbir zaman geç değildir. Tüm benliğimize, acılarımıza, kırgınlıklarımıza format atıp, olması gereken duyguların yüklemesini yapabiliriz. Bunu bize, bizden başka yapacak farklı bir güç yok. Her şey unutulur, yaralar kapanır ancak insanoğlu ne hissettiğini unutmaz. Bu bağlamda hissettirdiklerimizin de farkında olup, güzel olanı yaşatabilmek adına yeniden var olmaya, kendimizi yeniden inşa etmeye her daim hazır olmalıyız. Ben hazırım dediğinizi duyar gibiyim. Arkadaşım da öyle söyledi. Biz de onun içindeki gerçeğin eşsiz gücünü ona göstermek için elimizden geleni yapacağımıza söz verdik.