Son zamanlarda artık felaket tellallığı yapmayın diye diye etrafımı uyarırken artık benim de sabrım kalmadı. Herkes kendi yaşantısında belli düzensizlikleri yaşarken ne öfke kontrolü kalıyor ne de mantıklı düşünme olasılığı. Ani patlamalar yaşayanların sayısı çoğaldıkça, onların karşısında yer alan; ne yapacağını bilemeyip, karar verme durumu zayıflayan ve verdiği kararları anlık değiştirenler de giderek çoğalıyor. Duygusal kimliklerini eline alsalar da kimin nerede durduğunu kestirmek artık hiç kolay değil.
İÇİMİZ YANIYOR
Aylardır İdlib’te sınırı bekleyen, canları pahasına vatanı uğruna görevlendirilen askerlerimizin haberlerine kulak kesiliyoruz. Dün gece aldığımız haberlerle ülkece yıkıldık. Şehit sayısı 33 olarak verilirken kimse bu 33 rakamına itimat etmiyor. Kimi 120, kimi 250, kimi 300 şehidimiz var diyor. Ben de açıkçası şehit sayısı konusunda verilen rakamlara güvenmiyorum. Yahu bizler tek bir şehidimiz olsa da binlercesine bedel görürken, somut olarak verilen rakamların bir değeri, kıymeti yok zaten. Birimize yapılan, hepimize yapılmış demektir. Açık konuşmak gerekirse ne NATO’ya, ne AP’ye, ne BM’ye ne de ateşkes yapılması konusunda ısrarcı gibi gözüken diğer milletlere hiç güvenmiyorum. Ne zaman yıkılırız, ne zaman kendi paylarına bir şeyler bırakırız, nöbette bekleyen aç kurt gibi görüyorum hepsini. Olan gencecik umut dolu canlarımıza oluyor orası başka. Haince, suikast olarak nitelendirebileceğimiz bir düzende katlediliyor. Misliyle cevap versek bile geri getiremeyeceğimiz insanımız ve kanımıza karşı yapılan bir kalleşlik söz konusu. Bu evlatların kanı boşa akmamalı. Sadece bizim için de değil, topraklarımızda yaşayan Suriyeliler için de can veriyorlar. Adına insanlık, kol kanat germek de desek maalesef insanlığı başka Müslüman ülkelerden göremedikleri gibi, insan hakları diye bangır bangır bağıran Avrupa’nın da işine gelmiyor. Bakın, Türkiye'nin göçmen kararının hemen ardından Yunanistan sınırdaki güvenlik sayısını arttırmaya başlamış bile. Hoş şimdiden botlarla açılan göçmenlerin bir kısmı adaya ayak basmışlar bile. Tüm Avrupa sahiplensin, mademki insan hakları(!) Herkes işine geldiği gibi davranmasın. Avrupa her defasında Türkler çabuk unutur diyorlar ya, Türkler unutmuyor, insanlık ve büyüklük adına sesini çıkarmıyor. Bir Türk’ün içindeki Türkiye sevdasını, bir avuç toprak kavgasını, dünyalara bedel insanlık mahlasını bilemezsiniz.
VİRÜS DAVASI
“Çin üretti de durduramadı. Amerika Çin’e ölüm yaydı, dolar tavan yaptı, üretim ABD’ye kaydı. Dünya nüfusunu elinde tutmak isteyenlerin oyunu. Bir gün sadece pahalı olan aşıyı zenginler alabilecek ve fakirler ölüme terk edilecek…” gibi farklı şehir efsaneleri gündemde yer alırken milleti de ölüme terk ettiği virüs davası hızla yayılmaya devam ediyor. Türkiye’de de görüldüğü fısır fısır konuşuldukça artık iletişim sorunu yaşayan halk iyice birbirinden uzaklaşır oldu. Otobüslerde öksüren tıksıranın yanı boş kalıyor, millet ayakta gitmeye razı. Komşu ülkeler, İran-Irak derken Gürcistan’dan alınan son haberlerle iyice etrafımız kuşatılmış durumda.
Şehrimizde turist görmek bile artık mutlu edemiyor bizi. Otellerde misafirlerin arada samimi görüp sordukları en dayanılmaz soru; Türkiye’ye de gelmiş mi?
CEP DELİK CEPKEN DELİK!
Bütün bu sorunlar yetmezmiş gibi, eli kolu bağlayan bir de ekonomik sıkıntılar var. Ekonomik kaygıların getirdiği çaresizlik, huzursuzluk var. Yetemiyor insanlar hiçbir şeye.
Ne çocuğuna, ne eşine, ne işine, ne de kendine. Yetemiyor.
Yıllar evvel Reha Muhtar’ın o kulakları çınlatan sorusunu hatırlayan var mı?
“Acı var mı, acı?”