Bazı insanlar birbirleriyle fiziksel ya da sözel kavga etmeseler de birbirlerini rahatsız edecek boyuta gelebilirler. O arada konuşulamayan ama hep var olan soğuk savaş kimi zaman kutlama, kimi zaman yerme oyunlarıyla sürüp giderken beynini ve kalbini yormalarından başka bir işe de yaramaz. Bu sebeple her ne kadar onlar bunu dikkate almasalar da zaman zaman böyle insanların bir yerde birbirlerini sevdiklerini bile düşünmüşümdür.
Geçenlerde bir hikâyeye rastladım. Tam da bu durumu özetliyor gibiydi. Ama sonundaki anlatım efsane olmuştu insanlık adına. Sizlerle de paylaşıyorum bu güzel hikâyeyi.
***
Yakın iki komşu ülkenin hükümdarları birbirleriyle savaşmazlar ama her fırsatta birbirlerini rahatsız ederlermiş. Öyle ki özel günlerde ve bayramlarda ilginç armağanlar göndererek karşıdakine zekâ gösterisi yapma fırsatlarını hiç kaçırmazlarmış.
Hükümdarlardan biri, ülkesinin en önemli heykeltıraşını huzuruna çağırmış ve birer karış yüksekliğinde, altından, birbirinin tıpatıp aynısı üç insan heykeli yapmasını istemiş. Yalnız özel bir isteği daha olmuş. Bu heykellerin aralarında bir fark olacak ancak bu farkı sadece heykeltıraş ve kendisi bilecekmiş.
Heykeller hazırlanıp komşu ülkenin hükümdarına doğum günü hediyesi olarak gönderilmiş. Hediyeyi gönderen hükümdar bir de not yollamış; "Doğum gününü bu üç altın heykelle kutluyorum. Bu üç heykel birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünebilir ama içlerinden biri diğer ikisinden çok daha değerlidir. O heykeli bulunca bana haber ver."
Hediyeyi alan hükümdar önce heykelleri tartmış. Hepsinin de gramına kadar eşit olduğunu görünce ülkesinde bulunan sanatçıları, heykeltıraşları, âlimleri çağırmış. Hepsi de heykelleri büyük bir dikkatle incelemesine rağmen fark görememişler.
Bu farkı bir türlü bulamayan hükümdar, bilgeliği ve dik başlılığı yüzünden zindana attığı bir gencin ayağına gitmek zorunda kalmış. Heykelleri inceleyen genç, hükümdardan ince bir tel istemiş.
Teli birinci heykelin kulağından sokuş, tel heykelin ağzından çıkmış.
İkinci heykele de aynı işlemi yapmış, tel bu kez diğer kulaktan çıkmış.
Üçüncü heykelde de tel kulaktan girmiş ama bir yerden dışarı çıkamamış. Ancak telin sığabileceği bir ince kanal kalp hizasına kadar iniyor, oradan öteye gitmiyormuş.
Bunun üzerine hükümdar, heykelleri yaptıran komşu hükümdara cevabını şu şekilde yazmış;
"Kulağından gireni ağzından çıkartan insan makbul değildir. Bir kulağından giren diğer kulağından çıkıyorsa, o insan da makbul değildir. En değerli insan, kulağından gireni yüreğine gömen insandır."
***
Bir insanın değeri türlü türlü şeylerle ölçülürken, duyduklarına hâkim olup, sırra vakıf olabilen, sırrını mezara kadar taşıyan ve o sırrın ağırlığının altında ezilmeyen insanların değeri ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Bu anonim hikâyeden birçok anlam çıkıyor aslında.
Birbirinden haz etmeseler de saygının bakiliği, zekânın kudreti, nefsin terbiyesi, aklın üstünlüğü ve maddenin maneviyatı temsili. Bu en değerli heykel gibi duyduklarını kalbine gömebilen, dinlediklerini kalbiyle yorumlayabilen insanlarla karşılaşmanız dileklerimle…