Neşenin, yetebilirlik ve değerlilik duygusuyla beraber geldiğine inanmaya başladım. Bende dâhil olmak üzere, konuştuğum arkadaşlarımda da mutluluk belli şartlara bağlanmışken, neşe, farklı açılardan değerlendirilebilen bir duygu yoğunluğudur sanki.
Anlık gelen bu coşku, delice kahkahaların ardından nedense cahilce kötüye yorulur ve ağız dolusu gülüşlerin huzursuzluk getireceğine inanılır çoğu zaman. Yani incinebilirliği kabul etmeden neşelenemez, gülemez insan.
Mutluluk ve neşeyi hep farklı yerlere koyarım. Birbirine komşu iki duygu olsa da, mutluluk; iyi ya da kötü, az ya da çok, maddi ya da manevi değerler ışığında belli şartlar gerektirirken, neşe daha ruhani ve daha anlık gibi gelir bana.
Daima neşeli olmak çevrenizce farklı algılanabilir. Her türlü eksiklik ve kayıplar gün yüzüne çıkar. Dünyada birçok kıtada açlık kol geziyorken, ailesini kaybetmiş kimsesiz çocuklar varken, savaşlar devam ediyorken, yan komşun kirasını ödeyememiş, arkadaşın işsizken ve milyonlarca gülmeyi unutmuş insan varken, kimin hakkıydı neşe?
Burada bu saydığım tüm olumsuzlukları düzeltebilecek bir yeteneğin varsa, tüm eksikleri tamamlayacak, kendinden daha fazlasına yetecek kadar iyiysen hak edilebilir bir duyguya dönüşüyordu sanki. Bu dönüşümü olumlu bir şekilde yansıtmak ve etrafımı bu konuda örgütlemek istiyordum. Bunun için önce minnet duygusuyla baş edebilmem gerekiyordu.
Kimi zaman tüm benliğim neşeye iştirak ederken, yaşadıklarından ıstırap duyan herhangi birini rahatsız edebiliyor, incineceğim o koca cümlelerden biriyle karşılaşabiliyordum. Zaten dünyanın acısını düşünürken zaman zaman kendi neşemin fazla gelmesinden imtina ediyor, kendi içimde çatışma yaşarken hak edilmişliği sorguluyordum.
Arkadaşıma yetemezken, dünyaya nasıl yetecektim? O ağlarken ve söyleyemezken, ben nasıl gülecektim, çok mu acımasız gözükmüştüm? Oysaki dertler ortaya döküldüğünde kendisinden çok daha fazla acı hissetmiş, daha fazla üzülmüştüm.
Farkında olmadan empati değil, acısına karşı sempati duyduğumu anladığımda onu dinlerken fikir üretmeye başladım ve çözüm yolları aradım. Onunla oturup ağlamaktansa, onu güldürecek nedenlere sarılmayı daha faydalı buldum. Zamanla kazanımlarıma ve sahip olduklarıma minnet duymam gerektiğine inandım.
Minnet duygusuyla yeniden doğulacağını öğrenmeye başladığım ilk zamanlar kendimi keşfettim. Kendimde olanları listelerken yok saydığım duygularımın varlığını hatırladım, var sandıklarımı özümsedim, eksiklerimi tamamladım ve yetebilirlik geliştirdim.
Sahip olduklarım için şükretmekle işe başladım aslında. Hayatında çok fazla kayıplar vermiş, acı çekmiş insanlarla konuştuğum zamanlar, büyük özlemleri, istekleri günümüz şartlarında hep basite indirgenmiş, sıradan anlardan ibaret şeylerdi. Farkında olmadan, minnet duygusu saklanmış şeyler.
Mesela birisi “Şu an ne isterdin” sorusuna, “Keşke oğlum yine avazı çıktığı kadar gürültü çıkarsa da, bütün mahalle şikâyete gelse” diye cevap verdi. Birisi, “Annem tam bir kontrol manyağıydı, yarım saat arayla arar, telefonum hiç susmazdı. Şimdi ne çok isterdim ondan gelecek bir telefon sesini” dedi. Bir diğeri yine günlük ofladıklarımızdan örnekler verdi.
Hepsi de kayıplarının ardından değişen isteklerini, basitleşen dileklerini sıralıyordu. Sahip olduklarımıza minnet duymamız gerektiğini bir kez daha hatırlatan bu sohbetler neşeyi anında yaşamayı hatırlatıyordu. Anı ertelemek, başka diyarlarda acısıyla baş başa kalmışlara çözüm olmuyor, aynı acının içinde keder örgüsüne motif işliyordu ilmek ilmek.
Acı ve sıkıntılarla boğulup, sürekli dertli olmaktansa, içinde bulunduğumuz sorunların sebeplerine odaklanıp özümsemek ve çıkış noktasını iyileştirmek için yeni yollar aramalı beyin. Anlık yaşayacağınız neşenizi yok etmeyin. Çünkü mutluluk denen süreç, neşenin kabul edilmesi ve kendini her an hissettirmesiyle mümkün.
Minnetiniz kendinize, şükrünüz Yaratan’a olsun…