Kaybedecek bir şeyleri olmalı insanın. Mutlaka uğrunda belli bedeller ödediği, zor sahip olduğu, yokluğunda üzüleceği, üzülmekle kalmayıp kahrolacağı. Hemen maddesel yükleme yapmayın.
Duygular yükleyin bu vazgeçilmez olgulara. Her şey gibi, herkes gibi diyemiyorum. Her birimiz farklı imgelere bağlar özlemini, isteklerini, kaybetmeyi göze alamadıklarını.
Kimi düşlerini kaybetmekten korkar, kimi parasını.
Kimi sevgisini kaybetmekten korkar, kimi nefretini.
Kimi hislerini kaybetmekten korkar, kimi hissedemediklerini.
Kimi hiçlik duygusundan korkar, kimi var olmaktan.
Kimi saklanmaktan korkar, kimi açığa çıkmaktan.
Kimi yaşadıklarından korkar, kimi yaşayamadıklarından.
Kimi gördüklerinden korkar, kimi göremediklerinden.
Kimi elindeki kaybetmekten korkar, kimi yeni bir kazanımdan.
Kimi sorgulamaktan korkar, kimi soramadıklarından.
Kimi bildiğinden korkar, kimi bilmediğinden.
Kimi sustuklarından korkar, kimi konuştuklarından.
Kimi karanlıktan korkar, kimi aydınlıktan.
Kimi ölüden korkar, kimi diriden.
************************
Ama mutlak suretle korkar. Kişi, korkularını destekleyen algılarla yaşar ve bu korku ipleri, onu kimi zaman korur, kimi zaman da gerildikçe gerilir, yerle yeksan eder.
Korkunun bilincinde ve kontrolü kendisinde olduğu sürece, çizgisinden şaşmayan bir oluşum çizer.
Siz dışardan bu oluşumu bütün objektifliğiyle görür, korkularınızdan tutan tavırla yeni öğrenimler kazanır, yeni adımlar atarsınız.
Peki ya, hiçbir korku yüklenmemişse ruhuna, bedenine, yüreğine? Ya korkmaktan bile korkmuyorsa?
İşte o zaman siz korkun ondan. Kimine göre özgürlük, kimine göre vazgeçmişliktir bu korkusuzluk.
Derin bir boşlukta kendisinin hâkimiyken, kaybetme güdüsü yokken, ne gelir elinizden.