Yengesi Münire Hanım akşam saat yedi dedi mi sofrayı hazır eder, tüm aileyi de o sofranın başında görmek isterdi. Sofraya biri gecikecek olsa kıyameti koparırdı. Durmuş da Münire Hanımın da oğullarından biri sayılırdı.
Durmuş’un annesi, Durmuş’u doğururken vefat etmişti. Elinde yeni doğmuş bebeğiyle kalan babanın tek tesellisi abisinin eşi Münire yengesi olmuştu. Yengesi hem Haydar’a hem de Durmuş’a aynı anda sütünü vermişti. Durmuş’u çocuklarından ayırt etmemesinin bir nedeni de buydu belki de.
Ama Durmuş’ a göre kuzenleri ve amcası farklıydı. Yengesi gibi merhametli değillerdi. Kuzenleri Haydar ve Ziya aynı dayılarına çekmişti. Dayıları gibi cimri, kavgacı ve asiydi. Aslında Ziya, Durmuş’un babasının adıydı. Ölü doğan iki çocuğunun ardından bu seferde karısının ani ölümü, Ziya’yı alkol illetine bağlamış ve bir gece kullandığı kamyonun direksiyonuna hâkim olamamıştı. Ziya, oğlu Durmuş’un kimliğini çıkardığı gün şarampole yuvarlandı. Yusuf, hayattaki tek kan bağı olan kardeşinin adını yaşatmak için ikinci oğluna Ziya adını vermişti.
Amca Yusuf, Durmuş’ a göre bazen dünya iyisi bir baba gibi, bazen de kırk kat yabancı el oluyordu. Bu dengesizlikler hem Durmuş’u, hem de yengesi Münire Hanımı çileden çıkarıyordu.
Durmuş’la büyük kuzeni Haydar arasında 5 ay, Haydar’la ile Ziya kardeşlerin arasında iki yaş vardı. Bir de tüm ailenin göz bebeği samur saçlı Zahide. Zahide henüz yedi yaşında, tatlı dilli, abilerinin gülü, annesinin bir tanesi, babasının prensesiydi. Evde onun için müzik açılır, onun için dans edilir, onun için elmalı pasta yapılırdı.
Durmuş’un canı ne zaman elmalı pasta çekse, önce Zahide’ye fısıldardı.
Yine öyle bir gündü. Durmuş, sabah evden çıkmadan Zahide’nin kulağına eğilip; “Kız Zahide, elmalı pasta olsa yer miydin?” Demiş, işini sağlama almıştı. Yengesi akşama yine döktürmüş, kuru-pilav yanına tahin pekmezi de koymuştu. Üstüne de mis gibi elmalı pasta.
Amcası Yusuf, “Ee Durmuş, ne yaptın bakalım bugün? Haydar seni iki mahalle öteden çağırmış eve. Bakkal Topal Hüseyin söyleyivermiş sağolsun, bağcı Musta’nın oraya doğru giderken görmüşler. Ne işin vardı ta oralarda? İşe bakacaktın, lafa mı takıldın boş boş?”
Bağcı Musta, kasabada tanınan, sevilen, üzümleriyle meşhur, Şamil amcanın hanımı Safiye Sultan’ın da babası. Tüm Kasaba üzümleri bağcı Musta’nın bağdan alır, üzümü şaraba kattıktan sonra parasını öderdi.
Öyle yiğit bir adamdı bağcı Musta. Kimse uzun uzadıya Mustafa demez, MustaaaAğa derdi.
-“Yok amca, işe bakıyordum, bir teyze yardım istedi de elindekileri alıverdim evine kadar”
-“Yani diyorsun ki, hamallık yapmaya başladım. E kaç para verdiler bari?”
-“Yok amca, ben yardım ettim, para istemedim.”
-“Al işte dedesinin kafası Münire, oğlanlar çekmedi diye sevinirken, vay kör Durmuş’u görüyon mu hele, yardım etmişmiş, para istememişmiş.”
“Tamam Yusuf, harlayıp gürleme, ateşe körükle gitme hemen. Yarın bakar benim Durmuş oğlum işe. Değil mi Durmuşum?”
-“Yengem ben iş buldum.”
-“Duydun mu Yusuuuf, iş de bulmuş benim çocuğum. Yengesinin akıllısı, de bakim Durmuş’um ne işiymiş bu, kimin yanıymış hele?”
-“Yengecim ben simit satmaya karar verdim. Simit satacağım.
-“Ne simidi oğlum, kim dünkü çocuğa simit emanet eder?”
-“Şamil amca, simitçi Şamil amca!”
-“Neee! Ne diyor bu Münire!