Durmuş, Yunus amcasından, kuzenlerinden ve onu diğer çocuklarından ayırt etmeyen yengesinden bir bir bahsetti Safiye teyzeyle, Şamil amcaya. Şamil amca, Durmuş’un dedesi Kara Mahmut’un okul arkadaşı çıkmıştı.
Durmuş dedesiyle ilgili ne sorarsa ne amcasından, ne de yengesinden hiç bilgi alamamış, amcası her defasında, “ölen öldü, kalan sağlar bizimle” demiş, başka bir şey dememişti.
Hal böyle olup fırsatı yakalamışken, dedesiyle tanış çıkan Şamil amcasına ardı sıra soruları diziverdi.
-“Dedem nasıl bir adamdı. Amcamlar bana hiç anlatmadılar. Okuldan sonra da görüştünüz mü hiç?”
-“ Evlat, dedeni sadece okuldan değil, fabrikadan da iyi tanırım. Sabahları dokuma fabrikasının önüne tezgâhı açar, kısmetimi beklerdim. Kısmetim hem rızkım hem Safiye’m…
Safiye’mi de ilk orada gördüm. Deden fabrikada tanınan, işçiler arasında sevilen bir adamdı. O ne derse herkes kabul eder, çalış derse çalışır, grev var derse hemen işi gücü bırakır, iki dudağının arasından çıkacak söze bakardı. Tabi gel zaman git zaman benim de dikkatimi çekti. Herkesin ağzında bir Kara Mahmut dolaşıp duruyor. O değil, sabah vaktini sektirmeden yanıma uğrayan gök gözlü Safiye’min ağzından da duyunca kıllanmadım değil hani. “Şöyle iyi adam, böyle iyi adam, şunun işini halletti, bunun meseleyi çözdü” cümleleri uzayıp gidiyordu. O zamanlar, iyi bir şey yapsan da hemen duyulurdu, kötü bir şey yapsan da. Şimdiki gibi değildi düzen. İnsanlar samimiydi. Halk birbirine tutkundu. Hele işçiler… Yapmacık olan, yalakalık yapan hemen bilinir, dersi verilirdi. Merakıma yenildim. Öğle paydosuna kadar bekledim fabrikanın kapısında. Zili duyunca, kapadım simit tezgâhımı, vardım dokuma tezgâhlarının olduğu bölüme. “Bölüm şefi Mahmut usta ile görüşecektim, burada mı?” Dememle beraber, “Buyur gardaş beni sual etmişsin” diyerek yanıma gelen heybetli, kara yağız adamı görünce dondum kaldım. Gözlerinden tanıdım dedeni, gözler hiç değişmez evlat. “Mahmut, Horoz’un Mahmut, sensin. Nasıl tahmin edemedim gardaşlık vay” deyip sarılıverdim seneler önce kavga dövüş sıramı paylaştığım delikanlıya. Değişmişti. Saçı sakalı, endamı derken koca adam olmuştu. Ben hep ufak tefek bir çocuktum, o ise sıraya sığmazdı.”
-“Dedem seni tanıdı mı peki, o ne söyledi? Fabrikada çok mu seviliyormuş. Ninem de orada mı çalışıyormuş, Safiye teyze gibi?”
Kör Durmuş, dedesinden, heybetinden, iyi adamlığından bahsedilince gururlanıyor, kör gözü aydınlanıyor, çektiği acı dolu yıllar anlık da olsa yok oluyordu.
-“Tabi ya, o da beni tanıdı. Vay Kıymıkçı Şamil diye sarıldı bana.”
Şamil amca anlatacaklarına hazırlanırken tam uzun bir nefes aldı ki, Safiye teyze avluya geldi. “Karnınız acıkmıştır. Mis gibi tereyağında yumurta pişirdim. Varın yufka da ısladım, bal da koydum, oturup yiyiverin.”
O sıra avlunun dışa bakan kapısı yumruklanmaya başlamıştı, “Durmuş, kör olası kör Durmuuuş, anam seni arıyor, yürü eve” diye bağıran ses ortalığı çınlatıyordu.
DEVAMI GELECEK…