“Kısa zaman önce bir erkek karısını dövüyordu. Birkaç kadın araya girip kadını kurtarmak istedik. Babalar gibi dayak yediğimi olaydan hemen sonra kalça ağrısından oturamadığım ve göbeğimde, belimde beliren morlukların sızısından anladım. El birliği ile ’erkek bozuntusunu’ polise teslim ettik.
“Birkaç hafta sonra ağrılarım, morluklarım geçti. Kadın kurtuldu. Ancak bu olaydan sonra karı-koca kavgasına girilir mi diye çok tepki aldım. Ne tuhaftır ki, aynı kişiler, yine karı koca kavgasında hatta eski karı-koca kavgasında neden kimsenin kadına yardım etmediğini, adamı neden tutmadıklarını sorguluyorlar.”
Yukarıdaki olayı anlatan ve bizzat yaşayan duyarlı, yardımsever kadın, benim alt komşum Gamze. Durum sorgulaması yapıp etrafındaki insanların duyarsız tavırlarını, yaşadığı bir olayı hatırlayarak şaşkınlıkla anlattı.
“Dün böyle diyenler, şimdi böyle diyorlar, insanlar vurdumduymaz, aman bana dokunmayan bin yaşasın anlayışıyla, ömürlerinde bir kez dahi elini taşın altına koymayan ama avazı çıktığı kadar hak isyanı yapan niceleri var. Bu yaşadığım olay sonucunda bizler de darbe aldık ama sayemizde, birlik olmanın gücüyle bir kadının hayatı kurtuldu. Herkes sırtını dönerse, kimse kimsenin bir şeyi olmak istemezse daha çok yalnızlar yok olur” dedi.
Çok da haklıydı. Televizyonlarda sıklıkla karşımıza gelen vahşet görüntülerinde hepimizin tek aklından geçen ‘neden kimse yardım etmedi’ oluyor. Şiddet, ölümle sonuçlandığında, araya girilmez naraları atanlar bile bunu söylüyor. İnsanlar haklı olacakları vakit bile suçun önüne geçmekten, engel olmaktan, alacağı ufak bir darbeden korkup kaçıyor.
Şiddet sadece biyolojik olarak öldürmüyor. Hem fiziksel hem de duygusal vahşet bu. Hem ruhu hem de bedeni toprağa gömüyor. Son bir haftada benim gördüğüm beş kadın cinayeti birden yaşandı. Emine Bulut olayında ahlaksız adam kaç kişiye “onu öldüreceğim” diye söylemiş. Kimsenin kılı kıpırdamamış. Kasıtlı, planlı, ayarlanmış bir şekilde yaşattığı şiddet tüm ülkeyi ayağa kaldırdı. Ayağa kalktık da ne oldu, Emineler geri geldi mi, çocuklarının hafızalarından kötü anılar, anasızlığı, garipliği silindi mi? Hayatları, henüz yaşanmamışlıkları tekrar o minik yüreklere emanet edildi mi? Hayır.
Yıllardır süregelen durumlar sosyal medya ve habere erişim hızı ile geçmişe nazaran biraz daha fazla tezahür etmeye başladı, hepsi bu. Gün yüzüne çıktıkça da alışılmış bir halde “Al bir kadın daha gitti” gibi basit cümlelerle karşılanır oldu. Yasaların kadını koruduğuna dair çok şey duyuyor, örneklerini görüyoruz. Ama çoğu kez geç kalınmış bir koruma. Kadın o şiddeti yaşamadan önce alınacak önlemlerle yeni yasalar oluşturulmalı.
Kadın kendinden, sevdiklerinden, evlatlarından gittikten sonra, şiddet yanlılarının aldığı, ağır da olsa müebbet mahkûmiyetin bir anlamı kalmıyor. Yaptırımın güçlenmesi, kadının acizliğini değil, değerini ön plana çıkaracak şekilde olması gerekiyor.
Zamanında öğretilen yanlış değerlerle bugünlere geldiğimizi düşünüyorum. Kaç kadın biliyorum, şiddetin her türlüsüne katlanıp, sesi çıkmayan. Çünkü gidecek, sığınacak yerleri yok, hiçbir yer güvenli değil. Hadi anası babası, dayısı, amcası sahip çıktı diyelim. Ana-baba evine dönenler de yeri geldi bu vahşete ana-babalarını kurban verdiler. Her an ölüm korkusuyla yaşamaktansa kaderlerine razı gelen ne kadar çok kadın var. Kötü giden bir şeyleri düzeltmek, hem kendisine hem de çocuklarına daha iyi bir hayat verebilmek adına şiddet gördükleri ortamdan ayrılanlar ise hayatlarıyla ödediler. Bu kısır döngüde kadın mı bir şeyler yapmalıydı, yoksa kadın için mi bir şeyler yapılmalıydı?
Şimdi gelelim o canilere. Adam olamamış, baba olmamış, eş olamamış, Allah’ın yarattığı canı kendi almayı marifet saymış, kul olmamış insancıklara… Onları da birer ana doğurdu. İlk eğitimini anneden aldı, onun babası da aynı şekilde ve büyük babası da. Çocuklarını yanlış öğretilerle, kadın şöyle olmalı, erkek böyle olmalılarla yetiştirdiler.
Hiç insan nasıl olmalı fark etmediler. Kendileri ne gördüyse, onu nüksettiler bir sonraki nesle. Sorgulamadılar, belki de sorguladıkça susturuldular. Öğrenilmiş çaresizlikle yeni bir atılım yapamadan kaderlerine razı oldular. Düşünmediler evlatlarının kaderini. Düşünenler de yok oldular. Şimdi kim suçluydu, kadın mı ana olamadı, yoksa ana oldukça insanlığını, kadınlığını mı rafa kaldırdı? Kendini koruyacak olanı yetiştirmekle uğraştı da, erkek kadını mı tanıyamadı?
Kadın çoğunun baktığı yerde anne, eş, bacı, yenge, teyze, hala, nineydi. Biyolojik olarak değerlendirildi. Kadın dost olsun, kadın can taşısın, kadın, namusuna malına sahip çıksın, kadın erkeği derlesin toplasın, kadın çalışsın, kadın anlasın…
Peki, kadın gerçekte kimdi?
İNSAN. Önce insan, kadın değil, önce insan. Hem de seni doğuran, beni doğuran, her doğumda kendinden bir parçayı bu hayata adayan.
ÖZGE GÜRÜN