Her şey üst üste geldiğinde kendisinden ve inandığı Allah’tan başkası yoktu yanında. İnanıyordu ancak “Acaba beni görmüyor mu, insan olmaya çalıştıkça neden bütün bunlar beni buluyor?” diye hayıflanmaktan geri duramıyordu, olan bitene anlam yüklemekte zorlanıyordu.
Dürüst olduğu kadar da samimiydi duygularında. Her defasında düşüşlerini güçlü karakteriyle bertaraf etmişti ama artık yorulmuştu. Canı yeni bir şey denemek, yeni bir şey yapmak istemiyordu. Çünkü aklını hak etmediği yaşantıyı düşünmeye yoruyor, yeni adımlar attığı anlarda bile denenmişin denenmişi olmaktan öteye gidemeyen yorgunluğu yüzünden başka bir çözüm üretemiyordu.
Çöktükçe kimsesizleşti, kimsesizleştikçe, sessizleşti, sessizleştikçe artık kimseye sesini duyuramaz oldu. Çığlıkları yeri göğü inletecek kadardı ancak artık O’nu kimse duymuyordu. Çünkü “Derman olmayacağa derdini anlatmayacaksın”larla büyütmüştü kendini.
Akıl çaresizlik içinde sıkışmış kalmıştı. Maddi manevi kayıplarla kendi gücünü yitirme noktasına gelmişti. İçinde dışında yalnızlık doluydu. Öğrendiği vazgeçişlerle çıkmaz sokakları ezber etmişti. Hatta o sokağın sonundaki duvarı yıkmaya cesaret bile etmişti ama bütün çabalarına rağmen ne duvar bitiyordu ne aydınlığa çıkacak bir yol açılıyordu.
Elinde kullanacağı onca koz, bitireceği onca insan müsveddesi varken, kızgınlıklarını başkalarının zarar görmesini göze alamayacak kadar sarıp sarmalamış, birinden ötürü bir başkasının acısını üstlenmek istememiş, vicdani sorumluluğu buna engel olmuştu. Yani güç varken, o gücü kötü niyete alet edip kullanmamış sadece emeğine saygı istemişti.
Tükenmişlik tüm benliğine hükmetmeye başlayınca kendine acımaya başladı. Kendine acıdıkça üzüldü. Üzüldükçe haklılığını ispatladı. Bu ispatlar karşısında da haklı olmanın mutsuzluğu ile dolu yaşama sevincini kaybetti.
Sonuç koca bir hiçti….
Kendini acılarına odakladıkça, çözüm yollarını duygusal bağlarıyla zedeledi. Çözümsüzlük daha çözülebilir, en azından acısı çekilir bir durum olmuştu. Dışarıdan bakanlar, bu süreçte görebildikleri kadarına hak veriyordu ama birilerinin “Sen haklısın, sana hak veriyorum” gibi cümleleri bile kar etmiyor ve saçma geliyordu. Bilinçsel yıkım; yenilenme, yeniden düşünme ve olumlama yeteneklerini de elinden almıştı.
Ama bütün bunlara rağmen güvenmeyi elden bırakmamasına, iyi niyetinden ödün vermemesine, dürüst olmasına sığınıyordu. Sığındıkça acısı tazeleniyor, unutması, boş vermesi gerekenleri hep yeniden başa sarıyor ve yine çözümsüz bir kısır döngüye bağışlıyordu kendini.
Başka bir yolu olmalıydı. Etrafında onu düşünen, onun için elinden geleni yapacak birkaç kişi dışında kimse yoktu. Kimi de sadece konuşuyor ama iş icraata gelince ortadan kayboluyordu. Yani onların varlığı da bu talihsizliği değiştirmeye yetmiyordu. Duygusal sıkıntılar, maddi yıkımlar, her şeyi varken yanında olanları yoklukta kaybolan siluetler olarak görmek, anlamsızlaşan bir varlık koridorunda umut ışığını güne katamamanın acısını oluşturmuş, yorgun ruhunu yoklukla sınıyordu sanki.
Öğrenilmiş çaresizliğin pençesinde kıvrandıkça sıfırdan başlamaya, var olanları görmeye, çabalamaya mecali kalmamıştı. İyi niyetliydi, vicdanlıydı, arkadaş canlısıydı. Kendisini acımasızca eleştirdiği zamanlarda bile, iyi niyetinden kaynaklı hataları her şeyi örtbas edecek kadar üste çıkmıştı. İnsanlara yeniden güvenme ve onlarla birlik olma duyguları da, insanların maddi kaygılar yüzünden maalesef ki paraya tapmalarıyla birlikte iyice zayıflanmıştı.
İş için paraya, sağlık için paraya, huzur için paraya, dostluk için, aile için bile paraya ihtiyacı vardı. Çünkü insanlar düşüp kalkıp, tekrar düşenin arkasında durmuyor, kaz gelmeyecek yerden tavuğu esirgiyordu. Kaldı ki düşmesine sebep olanlar da tuzu kuruyken sessizliğini koruyor, kendi düşene kadar da körebe oynamayı tercih ediyordu.
İçinde yaşadığı bunalım dolu anlar ve anlaşılmadığını düşündüğü zamanlarda huzuru da kaçıyordu. Gerçek sevgilere bile şüphe ile yaklaşıyordu. Dürüstlükle kazanılamayacak kadar yorucu bir değer olmuştu hayat. Ama O’nu hayat yormuyordu. İnsanlar, insanların yalanları, iki yüzlülükleri ve sevdiklerinin yorgunlukları yoruyordu.
Çapraz bağlarla çevrili ömürde birbirine sırtını dönmüş milyonlarca insan hep bu döngüde yaşama bir, ölüme iki adım kala birbirilerinden habersiz, hissettikleri yalnızlığı ve çaresizliği paylaşıyordu.