Kasım ayının ilk günlerinde güz mevsimini de yavaş yavaş geride bıraktığımızı fark ediyorum. Güz mevsimini hüzünle bağdaştıranlara karşı olduğumu daha önce de belirtmiştim. Benim için yenilenme, tazelenme, yeniden doğuş ve gençleşme algısını açtığını düşündüğüm bu mevsim, kimine göre tam tersini düşünmelerini ve düşündüklerini de yaşamalarına sebep oluyordu.
Ayrılık ve hüzünle anılan Eylül- Ekim-Kasım aylarının benim gibi düşünenlerin aksine inanan insanlarda ruhsal bir gerginliğe, içsel bir çöküşe, melankolik davranışlara sebebiyet verdiğini görebiliyorum.
İnsanoğlu neyi nasıl düşünüyorsa zaman içinde ona inanıyor ve neye inanıyorsa da onu yaşıyor. İyi ve güzeli düşündükçe, düşünürken de hiçbir şüpheye yer bırakmadıkça illaki inandıkları iyiye, güzele doğru şekilleniyordu yolları. Oluşum içinde şüphe odaklı düşünceler, ruhsal sağlığı da olumsuz etkiliyordu.
Çok sevdiğim Selin adında avukat bir arkadaşım vardı. Selin aldığı davalarda, dava dosyasını en ince ayrıntısına kadar inceler, savunma yaratacak detayların somutsal kaynaklarına ulaşır ve yenilenen detaylarla yeniden şekillendirirdi davayı. Bir gün sohbet ediyoruz konu, inandığını yaşamaya gelince başladı anlatmaya; “Dava nitelikli dolandırıcılık olarak açılmıştı. Dosya bana sonradan geldi. Adı üstünde dolandırıcılık olunca savunma yapmam hiç de kolay olmayacaktı. Ancak avukatlığımın ilk yıllarıydı ve kendimi kanıtlamam gerekiyordu. Davayı alabilmek adına gece gündüz, araştırma yaptım. Davalı tarafın üstünlüğü söz konusuydu. Dolandırıcılık yaptığı iddia edilen müvekkilimin de ciddi psikolojik sorunları olduğuna inandım ve araştırmaya karar verdim. Tutukluluk durumunu para cezasına çevirmeye çalıştığım bir davaydı açıkçası. Ortada kin ve daha önce yaşanmış haksızlıklar sonucu kendini ezdirmemek amacı güderek kırılan onurunu yanlış bir yolla düzeltmeye çalışmış, maalesef ki hukukta ‘nitelikli dolandırıcılık’ sayılabilecek düzeyde, hatayı intikam almak amacıyla yapmış, yaptığı bu işten de hiçbir maddi çıkar gözetmemişti. Müvekkilimin durumu uzman psikolog arkadaşlarımla beraber değerlendirdim. Müvekkilimin karşı tarafın yaptığı haksızlıklar karşısında zayıf kalarak, aklını bu şekilde ziyan etmesine rağmen onun suçsuz olduğuna, istemeyerek bu duruma düştüğüne inandım. Olay avukatlık hırsından, müvekkilime inanmaya doğru ilerliyordu. Yaptığım savunma oldukça etkileyiciydi. Dava, karşı tarafın haksızlıklarını da ortaya koyarak, müvekkilimin kalan tutukluluk döneminin para cezasına çevrilmesi ile sonuçlandı. Müvekkilim yaptığı yanlışın kaynağını öğrendikten sonra kendini ifade etme yöntemlerini de değiştirdi.”
Selin bu hikâyesini anlattıktan sonra derin bir nefes aldı ve “Şimdi daha iyi anlıyorum. Ben müvekkilimin suçsuzluğuna, haksızlığa uğramışlığına inanmasaydım, ne bu davayı kazanabilirdim ne de kendi başarımla kendime olan güveni kazanabilirdim. Önce ben inandım. Çünkü başkalarını inandırmak için bile önce benim inanmam gerekiyordu.” Dedi. Haklıydı da.
Yaşamımızda kendimizle ilgili kararlar verirken bile, kendimize şüphe duymadan inanmayı tercih etmeliyiz. O zaman kendine inanan bir insanın güvenini kazanırız. Bu özgüven de, davranışlarımıza, duruşumuza, sözlerimize ve karşılıklı iletişimimize yansır.
Konu her ne olursa olsun, davanız ne olursa olsun, hayat inanmakla başlıyordu. Ama iyiye, güzele, doğruya inanmakla. İnancınız ne zaman sallantıya düşer, güveniniz ne zaman kırılır, işte o zaman kaybetmenin yolu yakınlaşır. Beyin gücü, düşüncelerle şekil alırken, hayatımız o düşünceleri nasıl yaşattığımızla ilgilenir. Alın size sonucu elimizde olan yeni bir oluşum daha.
Harika geçecek bir Cumartesi, daha güzel yaşanılacak bir Pazar günü için hazırlıklı olun. Çok gülün, imkânsızı düşünün ve bunun için imkân yaratın. Sandığınızdan daha güçlü olduğunuzu kanıtlayacak yaşamın içinde en iyisini hak ettiğinizi unutmayın…