Bu aralar ne kadar da gerginiz. Televizyon programlarından tutun da, devlet dairelerindeki memurlara, esnaflardan kurum yöneticilerine, öğrencilerden velilere kadar…
Sabah bankada işim vardı. Erken saatlerde girdiğim şubede emekli bir vatandaş avaz avaz banka memuruna bağırıyordu. Memur, “Beyefendi sizin emekli maaşınızla alakalı benim bir ilgim olamaz, bu söylediklerinizi bana değil, gidin devleti yönetenlere söyleyin” diyor, bir taraftan da diğer gişe işlemini almaya çalışıyordu. Emekli vatandaş, parasının kullanıldığını ve ne zaman banka işlemi yapmaya şubeye gitse zorluk çıkarıldığını iddia ediyordu. Memur da artık kendini kaybetmiş bir şekilde “memnun değillerse kullanmasınlar efendim, aaa” diyerek durumun vaziyetini konumlandırıyordu.
Bankada işlemlerim bittikten sonra hızlı adımlarla, kaçarcasına çıktım. PTT’ ye gittim. PTT memuru asabi bir şekilde “ Sıra numarasız alamam sizi, elinizdeki fiş gişe için değil!” Diyerek bir beye hitap ediyordu.
Beyefendi de artık iyice sıkılmış gibi, “ İki kişi çalışıyorsunuz, şurada toplasan dört vatandaş var, ne numarası, ne sırası. Adam oyalamaktan, iş yapıyor gözükmekten başka ne yapıyorsunuz, sizin gibiler rahata alışmış, devlet veriyor, siz besleniyorsunuz!” Diyor ve öfkesini bir yanındaki vatandaşa teslim etmek istercesine sözlerine işsizliği, geçimsizliği, vatandaşın hor görülmesinden ve hesaba alınmamasından kaynaklı şikâyetlerini sıralıyor, giderken ‘sen devam et’ dercesine samimi tavırlarla başını sallıyordu.
Sıram gelince işlemlerimi hızlı bir şekilde yapan memur, bir taraftan kendini bana anlatmaya çalışıyor, bir taraftan hemen yan tarafında bulunan çalışma arkadaşına dönüp onay alıyordu. Yan taraftaki memur arkadaş da; “Evinde karısıyla sıkıntısı olan, patrondan azar işiten, kocasından zılgıt yiyen, tatile çıkamamış, evde kalmış kim varsa sabahın köründe gelip bizi buluyor. Kimse ‘nasılsın, iyi misin, halin nicedir’ diye sormuyor. Bir şeyler ters gittiğinde de sorumlu hep biziz zaten. Atın, kusun içinizdeki öfkeyi, sonra da çıkın dışarı nefes alın. Biz burada bir sonrakiyle uğraşalım. Oldu, ne güzel, ne ala…” diyerek sıradan gelenlerin sessizliğinden faydalanarak konuşmasına devam ediyordu.
Evet, dışarı çıktım. Bütün konuşmalar kulaklarımda büyüyor, tekrarlanıyor ve hissedinceye kadar beynime baskı yapıyordu. Derin bir nefes aldım, hızlı adımlarla yürüdüğümü fark edip, biraz daha sakin, biraz daha kendinden emin adımlar atmaya özen gösterdim. Hafifler gibi oldum ve düşünmeye başladım. Kime kızacağımı, kimi haklı çıkaracağımı bilemedim. Kısır döngüye girdim. ‘Düşündükçe sinirlendim, sinirlendikçe düşündüm.’ (80’ler dizisini izleyenler, bu çelişkili kısır döngü cümlesini iyi bilirler.)
Herkes çok gergindi. Cümlenin bir ucunu tutan kim varsa diğerinin kaldığı yerden devam ediyor ve bir sonrakine pas veriyordu. Böylece gerginlik büyümeye devam ediyor, etrafında kim varsa bu sarmalın içine hapsediyordu. Dışarı çıkıp nefes alıncaya kadar…
Hepimiz biraz dışarı çıkıp, nefes alalım. Biz kimiz, ne yapıyoruz, ne kadar haklıyız, ne kadar haksız, hesaplayalım. Bu gerginliğin altında yatan asıl sebep karşımızdakiler mi, başımızdakiler mi, yoksa çözümleyemediğimiz sorunların altında yatan içimizdekiler mi, karar verelim.
Gerile gerile kopacak, dağılacak, yok olacağımıza; durumların izahını daha emin, gerçek bilgilerle, nazikçe ve hoşgörüyle yapalım.
Zor gelse de bi çıkıp nefes alalım…