Hak yolundaki dervişlerden Fatih Çelebi’nin başına gelen bir hadiseyi kısaca özetlemek istiyorum.
Günlerden bir gün Derviş Yunus ( Yunus Emre) Çekikgözlerin kaçırdığını ve köle olarak satıldığını öğrendiği oğlu İsmail’in peşine düşer. En yakınında kendisiyle ilgilenen de Fatih Çelebi’dir. Yol boyunca koca koca yüklerle çelebilerle beraber seyahat ederler. Konya’da bir sarayın önüne varırlar. Sultan Mesut’u hem ziyaret edip hem de dergâhın piri Tapduk Sultan’dan selamlar ileteceklerdir.
Saraya vardıklarında yükleri indirirler Kerpiç büyüklüğünde oyma sandığı Sultan Mesut’un huzuruna getiririrler. Sandığın açılmasıyla beraber hayretler içinde kalan Sultan ve yanındakilerin dili tutulacak gibi olur. Sandık altınlarla doludur. Altınların üzerinde de bir kâğıt parçası vardır. Sultan kâğıdı okuduktan sonra;
“Faruk hanginiz?”
“Kulunuzum devletlu sultan!”
“Hikayeyi sen biliyormuşsun ha?”
“Beli sultanım, benim başımdan geçmiştir!”
“Anlat o halde!”
“Ferman başım üzere sultanım. Kulunuz, yedi yıl öncesinde babam ve oğlumla oturur, şehirde sakalık yapardım. Okumam yazmam da yoktu o vakitler, dil de bilmezdim. Bir tek atım vardı, onun sırtına su tulumları yükler akşama kadar dolanırdım. Oğlum Lokman altı yaşına gelince, o benim gibi olmasın diye Kur’an öğrenmesi için hocaya gönderdim. Kısa zamanda Kur’an öğrenip, hatmetmiş. Lokman sevinerek, “Baba, Kur’an’ı hatmettim, hoca hediyesini istiyor!” dedi. Düşündüm ki, Kur’an Allah kelamıdır, ona layık ne hediye olabilir? En kıymetli tek varlığım atım var. Hocaya onu gönderdim. Babam çok kızdı, tek geçim kaynağımı hediye ettim diye. Zaman içinde tabi hiçbir şeye yetişeme oldum. Hayırsız evlat diyen babama da oğluma da yetemedim. Evi satışa çıkardım. Tapduk Emre Hazretleri duymuş durumumu, evimi satın alıp, yine bana bağışladı ama yine kazancım yok. Derken bir gece rüya gördüm. İhtiyarın biri “Kalk, başının altını kaz” dedi. Başladım kazmaya, mermer altında bir kuyu gördük. Kuyuda yepyeni çuvalın içinde işte şu altınlar duruyordu. Babam, “Artık zenginiz “ dediyse de üzerinde yazıyla beraber evimi satın alan Tapduk sultana teslim etmeyi düşündüm. Mülk artık onundu çünkü. Altınları dergâha götürdüm rüyamı sultanıma anlattım. Sultanım, avucum yettiğince altını babama vermemi söyledi. Babam altınları alınca evi terketti. Biz de oğlum Lokman’la beraber dergâhta kaldık. Dört yıl oldu ben kulunuz çelebi olur dolaşır, oğlum da dergâhta hafızdır, dervişlere okuma yazma öğretir.
Bunları duyan sultan Mesut, “Peki bu altınlar neden bize gelmiştir?” diye sorar.
“Ömrünüz uzun, devletiniz daim olsun sultanım. Tapduk sultanım, “Bu altınlar bizim evde bulunmuş olsa da, evimiz sultanımızın ülkesindedir. Bize gerekmez. Varın gidin sahibine verin!” buyurmuştur. Altınların üzerinde yazılar var, yine bir sultanın hazinesi olsa gerek, ancak size yaraşır sultanım.”
Altınların hangi sultan zamanından kaldığını öğrenmek için Sultan Mesut bir kâtip çağırır. Az sonra içeri giren kâtip, altını eline alır. Üzerindekelimeleri Türkçe, harfleri Aramice olan beyiti şaşkınlık içindesesli okur…
“Hürmet edince Faruk, Allah’ın kitabına
Allah da altın yazdı Faruk’un hesabına”
Herkes irkilir. Sultan Mesut hemen o altını da alıp sandığa koyar. “Ey Allah’ın güzel kulu, Rabbim sana bağışlamış bunları. Al götür evine.” Der.
Faruk Çelebi de, “Haşa sultanım! Allah’tan gelen, yine Allah içindir. Ben hiçbir şeye sahip ve malik değilim; her şeyin malik ve sahibi Allah’tır. Hayy’dan gelen Hü’ya gider.” Diyerek altınları ve sandığı bırakıp, gider. “Ben de senden alamam bunları” diyen Sultan Mesut, vekilharcını yanına çağırarak, “Konya’nın fukara listesini çıkarın, ne kadar yoksul, ihtiyaç sahibi varsa altınları hakça dağıtın” diye emir verir.
Allah’tan gelen böylece yine Allah’a gider… Dünya malının faniliğini görüp de tamah etmeyecek kadar gönül zenginleri de, gönül tahtlarına bin altın daha eklemiş olur.