Bir hanım arkadaşımla sohbet ederken bu konuyu dile getirmem gerektiğini düşündüm ve hemen kaleme aldım.
O gün sabah erken saatlerde işe geç geleceğini n bilgisini mesajla bildirdi. Gece çocuğu rahatsızlanmış ve geceyi hastanede geçirmişler, belli ki sabahı da hastanede geçirmek zorunda kalmışlar.
Öğleye yakın bir saatte iş yerine geldi. Yoğundu. Öğleden sonra yanına gittim hem bir geçmiş olsun diyeyim hem de kızını sorayım diye. İşlere gömülmüş halde bulunca tereddüt ettim ama bir taraftan da çocuğu merak ediyordum.
“Geçmiş olsun arkadaşım, kız nasıl oldu, nesi var?” Dedim.
Durdu, işten kafayı kaldırdı. Bir an çocuğunu düşündü, donmuş gibiydi, evi düşündü.
“Çocukta hırlama var, uyuyunca tıkanıyor, bademcikler berbat durumda” dedi ve doktorun kontrol esnasında ekrana yansıttığı görüntülerin fotoğraflarını gösterdi. Gerçekten bademcikler çok kötü görünüyordu. Solunumunu rahatlatsın diye doktor alerji şurubu ve burun spreyi vermiş. Kızı anneannesinde evdeymiş.
“Şimdi nasıl durumu, daha iyi mi?” Dediğimde, “ Annemle de görüşmedim sabahtan bu yana, uyudu mu nasıl acaba, uyuduğunda çocuk tıkanıyor, nefessiz kalıyor.” Dedi. Bir merak sardı ana yüreğini.
Aslında arkadaşımın en değerli varlığı olan evladı elbette aklından çıkmamıştı. İş yoğunluğundan dolayı eve geçtiği zamana bırakmıştı merakını. Eve gittiğinde de iş telaşını ofisinde bırakıp gidecekti. Evde başka telaşlar bekliyordu çünkü. Çocuğunun yemeğini yedirecek, ilaçlarını verecek ve gece rahat uyuması için elinden geleni yapacaktı.
Birçoğumuz da böyle değil miyiz zaten…
Akşam eşiyle tartışıp gece uykusuz kalan, sabah ev halkıyla kavgalı evden çıkan, yolda alacaklıları arayan, çocuğu hasta olan, elektriği suyu kesilmiş olan, ailevi problemleri olan ya da ruhsal olarak kendini ertesi güne hazır hissetmeyen duygusal bunalım içinde olan… Hepimiz olabiliriz.
Kendi dünyamızda hayat mücadelesiyle boğuşurken, dışarıya su sızdırmadan, her şeyi olduğu yerde, ait olduğunu hissettiğimiz yerde bırakarak başka bir alana yansıtmamak için çaba gösteriyoruz. Problem nerede ağırlık yapıyorsa o tarafa yönelirken bin bir düşünceyle yola koyuluyoruz.
Bir baba, bir anne, bir eş, imkân bulamadıysa, akşama almaya söz verdiği herhangi bir şeyi alamadan eve dönüyorsa, o yol nasıl zorlu bir yolculuktur yaşayanlar bilir.
İşi işte bırakıp, evi evde bırakıp gidiliyor da gidilecek yere, insan kendini bırakacak bir yer bulamıyor. İnsanoğlu hep mi kendine geç kalıyor ya da kendine erken varıyor, kendini bir türlü kendine bile bırakamıyor.
Hayatı bir bütün halinde yaşamıyor insanoğlu. Bir tarafı toparlarken diğer taraf dengeyi şaşıyorsa, terazinin kolu da bir süre sonra yoruluyor. İşte o zaman birbirine bulanmış bir günün yarına yansıması geceden, bir sonraki güne yansıması ise daha tan yeri ağarırken yakalıyor insanı.
İnsan kendi içinde, gün içinde, ay içinde, ömür içinde, telaş içinde kayboluyor.
Tek çare; güzel olan bir an bile olsa onu yakalama çabasıyla, gülen gözleri, düşünen beyinleri ve daha iyisinin olacağına olan inancın yitirilmemesi…