Anne – baba olmanın tanımı her ailenin sosyal ve kültürel değerlerine göre değişse de genelinde; Annenin şefkatli kollarından merhametinden bahsedilirken, baba çocuğun yıkılmaz kalesi, sağlam duvarıdır.
Başlıca görevleri ise kendilerine emanet edilen canları en yüce duygularla büyütüp, hayata kazandırmaktır. Ebeveynler bunu nasıl mı yaparlar? Vicdanına ve benliğine sorarak, içindeki sesi dinleyerek yaparlar. Yeter ki o sese kulak versin, farkına varsınlar.
Ailede anne- baba ve çocuk/lar arasında mutlak bir denge vardır. Temel denge Türk aile yapısına göre şekil aldığı dönemlerde yetişen bir yetişkin olarak, şimdiki gördüğüm aile örneklerinde dengelerin yer değiştirdiğini görebiliyorum. Anne –babanın görev ve sorumluluklarını daha çok duygusal açıdan çocukların aldığına şahit oluyorum.
Günümüzde bireyselleşme adına aile olmayı unutanların başvurduğu çözümlerden birisi de ayrı hayatlar yaşamak isteği ile doğan boşanma kararları. Boşanan anne- baba, kimi zaman hırstan, kimi zaman intikamdan, kimi zaman evlilik döneminde yaşayamadıklarının acısı çıkartma arzusuyla ergen psikolojisinde, yaşının çok çok altında kalmış hataları umarsızca tekrarlamaktan çekinmiyor.
Elbette herkes dünyaya bir kere geliyor ve bu hayatı en iyi şekilde yaşamak için farklı birçok kimlikle karşımıza çıkabiliyor. Kimseyi yargılamıyorum. Ancak anne-babaların sorumluluklarını yerine getiremediği yerde çocuklar, onların sorumluluklarını çoğu kez maddi olmasa bile manevi boyutta üstlenebiliyor.
Bu karmaşıklık, kimliklerin yer değiştirmesiyle daha karışık bir hal alıyor. Çocukların gelişim sürecini de zedeliyor. Anneler 17’lik genç kız edasındayken 17 yaşındaki kızı annesini, babalar 20’lik delikanlı edasındayken 20 yaşındaki oğulları evin manevi yükünü, kardeşlerinin hatta anne –babanın sorumluluklarını almak zorunda kalıyorlar.
Bu yükün altında ezilen çocuklar, zamanla bu durumu aile hâkimiyeti konusunda anne-babaya karşı kullanmaya başlıyorlar. Sorumluluklarının kazandırdıkları varken, kaybedilmiş bir çocukluğu geri kim emanet edebilir ki masum hayatlarına.
Aslında takıldığım bir husus daha var. “Biz çocuğumla arkadaşız, her şeyi paylaşırız” durumu. Yapmayın ama çocuğunuzla yeri geldiğinde ‘arkadaşı gibi’ olun fakat onun arkadaşı olmayın. Çocuklarınızın zaten değişen süreçte çok fazla arkadaşları olacak. Onlara anne – baba olacak sadece sizler varsınız. Onların anne babaları olun. Bırakın çocuklarınız yanınızda çocuk olarak kalsınlar.
Gündelik yetişkin sorunlarınızı ergenliğe indirgeyerek ya da yaşından çok fazla büyüterek sunmayın onların fikir ve görüşlerine. Erken olgunlaşsın anlayışıyla yapılan her hamle gelecekte erken çocuklaşmasına neden olacak. Yerinde ve zamanında müdahalelerle sağlıklı bir gelişim sürecini hak ediyorlar. Kendi hayatlarınıza dalıp onların da sizin hayatınızın sorumluluklarını üstlenmesini beklemeniz, çocuklarınızın kendi hayatlarıyla ilgili sorumluluklarını almasını engelleyecek ve geciktirecektir. Gelecekte hep başkalarının sorumluluklarını almaya niyetli yorgun bireyler yaratmayın.
Benim dinlediğim 13-20 yaş arası çocuklarla paylaşımımdan ve bu dönemlerde aynı problemleri yaşamış arkadaşlarımın tecrübelerinden yola çıkarak söylüyorum. Siz kendiniz olun. Her ne kadar ayrı ya da aile dışı bireysel bir tavra bürünseniz de, çocuğunuzun yaşına göre ilerleme kaydedin. Çocuğunuzun büyüdüğünü zamana yayarak, fark ederek ve o büyüdükçe siz daha küçük yaşlarınıza dönerek tanımlamayın lütfen bu durumu.
Anne- baba olmak her koşulda, her durumda anne-baba olmaktır. Çocuk farkındalığını sizlerin ve çevresinin sayesinde geliştirecek. Siz kimliğinizin sorumluluğunu almaktan çekinmezseniz, onlar da kendi sorumluluklarına sahip çıkan bireyler olacaklar. İlerde kendi kuracakları ailelerinde ebeveyn olmanın ayrıcalığı doyasıya yaşayacaklar. Eksik kalan duygularınızı onlarla tamamlamaktan çok, tamamlayıcı bir etki yaratın hayatlarında.
Mutlu olun ve mutlu çocuklar yetiştirin. Mutsuzluğunuzun sebebini minik yüreklere yüklemeyin.