Çok hızlı büyüdük. Sanki arkamızdan atlılar geliyordu koşarak hızla kaçtık çocukluğumuzdan.
Zamanla o masum değerlerimizin yerini hayatın gereği sandığımız öğretiler, çıkarlar aldı.
Bir kahve molasında arkadaşlarla sohbet ediyorduk. Farklı ağızlardan ortak cümleler yükselmeye başlayınca dikkat kesildim. Bir kaçını hemen aktarayım
.
Mesela baş ağrısından uyuyamayan arkadaşımın ufak kızı da uyumamış, annesini merak etmiş. Gece yarısı ağrının hala geçmediğini öğrenen henüz 4 yaşındaki minik yürek , “Annecim istersen bu gecelik ağrını bana ver, yarın çok işin var ya, ben nasıl olsa tatildeyim” diye cevap vermiş. Duyunca beraber içim titredi. Nasıl bir düşünce yapısı, nasıl bir incelik, nasıl masumluk kokuyor her kelimesi.
Bir diğer arkadaşımın aracı bakımda olduğu için 6 yaşlarında ikiz çocuklarına verdiği piknik sözünü yerine getirememiş, gelecek haftaya ertelemek istemiş. Sebebini, “Arabamız bozuldu çocuklar, hem de annenizin işi var bu hafta sonu” diyerek izah edince, çocuklardan biri “Baba, aşağıda bir sürü araba var, birini annem alsın, diğerini de sen. Biz pikniğe gideriz, annem de işi bitince yanımıza gelir.” Demiş. Başkalarının arabasına binemeyiz diyen babasına, bir diğeri, “Onların da arabaları bozulunca bizimkini alırlar” diye cevap vermiş.
Düşündüren, hüzünlendiren, güldüren neler anlatıldı neler…
Uzun zamandır istediği oyuncağa sahip olmak için annesinin işe gittiğini düşünen 7 yaşındaki afacana daha bir gün önce büyük sürpriz yapılmış ve o çok istediği oyuncağı alınmış. Bütün gece yanında uyuduğu oyuncağını, yaz okulunda arkadaşlarıyla oynamak için annesinin tüm ısrarlarına rağmen yanında götürmüş. Akşam oğlunu okuldan alacağı sırada oyuncağı elinde göremeyen annesinin sorusuna karşılık; “Annecim Bartu’nun annesi de alacakmış aynısından ama hasta olduğu için işe gidememiş. Oyuncağı annesine götürürse sevinir, iyileşir diye arkadaşıma verdim. İşe gittiğinde parası olur, o da bana alır.” Demesiyle bütün şaşkınlığı, merakı ve kızgınlığı gitmiş. Ayrıca geçmiş olsun demek için aradığı iki senedir tanıdığı Bartu’nun annesiyle de ilk kez görüşmüş, yeni bir arkadaşlık başlamış.
Bütün o anlatılanları yazsam, birbirinden detaylı, nice konular açılır.
Şimdi merak ediyorum. Annesinin, babasının ağrılarını ödünç almak isteyen kaç kişi çıkar aramızdan? Neredeyse hiç. Çünkü herkesin kendi ağrısı kendisine fazla gelecek kadar çoğalmış değil mi?
Peki, hiç hesapsızca, çok rutin bir durummuş gibi, o çok kıymetli (tabi ya, azıcık ucundan kenarı sıyrılsa kıyameti kopardığımız) arabalarımızı hangimiz pikniğe gitmek gibi çok önemli (!) bir durumda birbirimize veririz. Ya da bu kadar rahat “sen de benimkini alırsın” diyebiliriz. Es kaza sağlık durumu olsa bile kılı kırk yarıyor kafamızdaki tilkilerimiz…
Ya o çok sevdiğimiz, çok istediğimiz, zor elde ettiğimiz, elde etmek uğruna birçok fedakârlık yaptığımız maddesellerimizi nasıl başkalarına hesapsızca, çok doğalmış gibi bir anda verebiliriz. Çıkarsızca, güven duygusuyla ve gerekirse vazgeçerek. Ayrı benlikten, aynı düşündüğünü farz ederek…
Çok hızlı büyüdük çok. Çok çabuk öğrendik yetişkin olmayı. Çabuk vazgeçtik minik yüreklerimizden. Büyüdükçe yabancılaştık gerçeğimize, saflığımıza, doğallığımıza. Küçük çocuklarımızdan öğreneceğimiz, yeniden hatırlayacağımız, belki de tazeleneceğimiz o kadar büyük değerler var ki.
Ne yaparlarsa yapsınlar, bir gün gelecek onlar da bizim gibi değişecek, unutacaklar.
Ne mutlu hala gözleri çocuk bakana, hala yüreği dünyaları kucaklayanlara.