Kadının toplumdaki yeri, maneviyatı derken bir arkadaşımız daha bize katıldı. Hem de güzeller güzeli kızıyla beraber. Konuyu değiştirdik tabi, çocukla ilgilendik. Çocuk diyorum ama tam bir hanımefendi.
Oturuşu, kalkışı, konuşması, isteklerini dile getirmesi, göz ucuyla süzmesi, konuşmanın arasına izin alarak ve herkese hitaben anlatımını gerçekleştirmesi… Bir an şöyle bir uzaktan bakayım dedim kızımıza, çemberden bir adım dışarı çıktım. Ha bu arada kızımız henüz 5 yaşında.
Çemberin dışından bakıldığında, kendinden emin tavırları, mızmızlanmadan her istediğini yaptırabilme yetisi ve beraberinde büyüyen aşılanmış bir özgüven. Hayran kaldım…
Annesi Maya, otuzlu yaşlarının ortalarında çok güzel bir kadın. Dayanamadım sordum. “Maya’cım Eliz harika bir çocuk” hemen araya girdi… “Çocuk değil, o bir hanımefendi, geleceğin kadını…”
“Evet , tabiî ki .. ama şimdi o bir çocuk, yani beş yaşında, öyle değil mi?”
“Ama üç yaşından bu yana kendisini tanıyor.”
“Anlıyorum” demekle yetindim. Çünkü durumu anlamak hiç de zor olmadı. Maya, kızını tam bir hanımefendi gibi çok küçük yaşlarda eğitmeye başlamış, Eliz de çocukluk evresini hızlı bir şekilde geçmişti.
Konu derinleşti tabi.
Maya Rus asıllı bir kadın. St. Petersburg’tan on sene önce eşiyle beraber Türkiye’ye gelmişler. Eliz, Maya’nın en küçük kızı. Maya, ailesinden bahsederken, saygının sevgiden üstün geldiği, insan olmanın dışında, kadın olmanın zarafetinden ve kadın olarak dünyaya gelmenin nimetlerinden bahsetti. “Bizim oralarda kadın olmak demek, baştan bir sıfır öndesin demek. Bir kızın varsa, şanslısın demek. Çünkü genel itibariyle aileyi, evi, işi hatta hayatı çekip çeviren kadınlardır. Onların aklı, onların özverisi ve onların zarafeti. O yüzden bizde, küçük yaşlarda kadın olmanın ayrıcalıkları ve güzellikleri, değerleri anlatılarak ve öğretilerek büyütülür kız çocuklarımız. Ben de öyle yetiştirildim. Kadın, kendisinin farkında olarak ve kendisine nasıl davranılması gerektiğini, çevresine empoze ederek yol almalı. Erkek egemen toplumlarda kadınlar hep ikinci sınıf olarak adlandırılıyor. Ben çocuklarımın bu şekilde büyümesini istemiyorum. Hiçbir toplumda çocukların böyle büyütülmesini istemiyorum. Kadın- erkek sosyal haklarında tabiî ki eşitler ancak kadın özeldir. Kadın güzeldir. Kadın kadınlığını bildiği ve fark ettiği sürece evrenin saygısını kazanabilir. Kadın güzel yetiştirilirse ve kendine saygı duyulması gerektiğine inanırsa, başarır. ” Dedi.
Sessizlik…
Çocuk yaşlarda omza alınan yükleri bir kenara atıp, dağda, taşta, ağaçlarda maymun gibi dolaştığımız hatta şimdiki zamana oranla çok da özlediğimiz çocukluk günlerimiz geldi aklıma. Öyle sanıyorum ki, hepimizin aklına…
Maya aslında birçok yerde haklıydı. Çocukluk dönemi çocuk gibi geçirilmeli, tadına varılmalı, özlemle anılmalı ve unutulmamalı diye düşünüyorum. Ancak günümüzde kendisine duyulması gereken saygının farkında bile olmayan nesilleri gördükçe hak da veriyorum. Mayaların ailesinde çocukluk dönemi çok kısa ve hemen farkındalık, eğitim, kültür vs başlıyor ki, bu çoğu kez onların hayata bakış açılarını ve kendilerinin önemini kavramaya değer yatırımlar olarak görülüyor. Bizim çevremizde on yaşına da gelse çocuk diyoruz, yirmi yaşına da gelse. Ne çocuklarımız kendilerinin farkında ne de bizler onların farkındayız. Eril ve dişil olarak yetiştirilmeden kaynaklı eksik ve yanlış öğretiler de toplumda sarsılmaya, kadına şiddete, erkeğe yüklenen fazladan yüke, anlaşmazlığa, inada ve beklentilerin dışında bir hayata sebep oluyor. Çünkü küçük yaşlarda edinilen kültür sarıyor tüm benliğimizi. Gördüklerimizi, duyduklarımızı, alışkanlıklarımızı güdüyoruz farkında olmadan. Kabullensek de kabullenmesek de yerleşmiş öğretiler şekillendiriyor bizi, hayatımızı, ailemizi, varlığımızı ve gelecek nesillerimizi.
Maya haklı. Çocuk, ‘kim’ olduğunu bilerek büyümeli.