Genç bir adam ceza evini boylamak üzereymiş. Yargıç onu çocukluğundan beri tanıyormuş ve ünlü bir yazar olan babasıyla da tanışıyormuş.
Sulh yargıcı,
-“Babanı hatırlıyor musun?” diye sormuş.
Bu soruya
-“Onu oldukça iyi hatırlıyorum” şeklinde cevap vermiş.
Suçlunun vicdanını yoklamaya çalışan yargıç;
-“Mahkûm edilmek üzereyken ve şu anda mükemmel bir insan olan babanı düşünürken, onun hakkında net olarak ne hatırladığını anlatır mısın?“ Demiş.
Bir sessizlik olmuş. Daha sonra yargıç beklenmeyen bir cevap almış;
-“Öğüt almak için yanına gittiğimde, yazdığı kitaptan başını kaldırarak bana baktığını ve “Çek git başımdan; çok meşgulüm!” Dediğini hatırlıyorum. Ona arkadaşlık etmek için yaklaştığımda bana dönerek “Çek git başımda oğul; bu kitabı bitirmeliyim!” derdi. Sayın yargıcım siz onu büyük bir yazar olarak hatırlarsınız fakat ben onu kaybedilmiş bir arkadaş olarak hatırlıyorum.”
Yargıç kendi kendine söylenmiş;
-“Yazık! Kitabı bitirdi ama oğlunu kaybetti!”
* * *
Şu kısacık anlatım da bile insanın içi sızlıyor değil mi? Eminim dünya üzerinde ülkesine, halkına, çevresine faydalı olup da kendi ailesine yetişemeyen, kendi evlatlarına zaman ayıramayan o kadar çok şahsiyet vardır ki. Tanıdık isimleri medya üzerinden duyuyoruz, tanımadıklarımızı da yıllar sonra “AAA inanamıyorum, falancanın çocuğuymuş, böyle anne-babadan nasıl böyle bir çocuk doğar!” Gibi yorumlarla karşılayabiliyoruz.
İster dünyanın tanıdığı bir yazar, ister akademisyen, ister beyaz- ister mavi yaka, ister esnaf, isterseniz işsiz bir vatandaş olun. Çocuğunuz sizin yaşadığınız alana adım atarken tek isteği, her nerede, nasıl, kiminle olursa olsun anne ya da baba dediği kişilerin ilgisine, sevgisine, zamanına ihtiyacı vardır. Çocuklar parayı, paranın getirdiği egoyu, mevkii ya da sosyal statüyü bilmezler. Onlar iyi ya da kötü hissettiren her şeyi yetişkinlerin kurduğu düzenden öğrenirler. Bu yetişkinlerin çoğu kez ebeveynler olması gerekirken, ebeveynlerin farkında olarak ya da olmayarak geri kaldığı durumlarda, maalesef anne- babalar tasvip etse de etmese de başkalarının düzeni çocuğu ele geçirir. Bu başkaları, kanlı canlı insan olmanın dışında, duygusal olarak çocuğun gelişimini etkisi altına alan farklı kişilik kalıpları da olacaktır. Kendisini çaresiz hisseden çocuk, kendisiyle ilgilenen, zaman ayıran kim varsa ona yakınlık hissedecek ve havada asılı duran kişiliklerden birisini illaki üşümüş ve çıplak kalmış ruhuna giydirecektir. Ebeveynlerin çocuğu anlamak yerine çatışmalara sebep olan yanlış tutumu sonucunda iyice uzaklaşan çocuk, büyüme evresinde de onaylanmayan bu kişiliği geliştirmeye devam edecektir.
İlerleyen süreçte duygusal bağlamda onu iyiye ya da kötüye götüren her ne ise çocuk istese de bundan vazgeçemeyecektir. Sonuç, hüsran olsa da…
Çocuğun ihtiyaçlarını karşılamak yerine kendisinden uzaklaştıran ebeveynler, çocuklarına karşı ilgisizliğin nedenlerini kendilerini de inandırdıkları süslü kılıflarla sunarken, yalnızlaşan çocuklarını geri getirmek için gerçek bir çaba içinde olamayacaklardır. Maalesef ki bu anne-babalar aslında kendi yarattıkları durumun seyircisi ya da kurbanı olacaklardır.
Çünkü çocuk kalbi o kadar büyüktür ki, kimin girip kimin giremeyeceğini seçebilecek kadar görünür değildir kapısı. Güvenliği yoktur ve takibi zordur.
Yetişkinler, anne- babalar, büyükler…
Elinizde fırsat varken, tutun çocuklarınızın kalbinden.
Koca yürekli çocuklarınız kapıyı açık bıraksa da, siz o kapının tanığı olun, güvenliği olun, anahtarı olun.
Onları kaybetmeyin ya da kazanmanın yolunu bulun.