Yıllarca taşı toprağı altın diye anılan, bir adım atsan gerisi gelecek diye koşa koşa kucağına varılan İstanbul’un ardından, gözlemlerime göre göç memleketi şimdilerde Antalya.
‘Depremler, salgınlar, işsizlik artışı derken, turizm kenti olmasının yanında doğal güzellikleriyle de cennet Antalya’mız giderek kalabalıklaşıyor.
Son yaşadığımız ve halen etkisinden kurtulamadığımız küresel salgın Covid 19 sebebiyle birçok Avrupa ülkesine göre Türkiye’nin daha iyi şartlarda olmasına ek, vaka sayısının az olmasından kaynaklı yerleşim yeri değiştirmek isteyenlerin de gözde ili olma yolunda. Satılık-kiralık ev arayışlarının artması dolayısıyla fiyatları da yukarı çekiyor. Bunun sonucu, piyasada arzu edilen niteliklerde ev bulmakta zorlanan vatandaş, bütçesi gereği bulduğu evi almak ya da kiralamak konusunda da çok şanssız bir dönemde.
Antalya’nın tercih sebebi olması, ev fiyatlarını fazlasıyla uçurdu. Evin değerindeki artışı göz önünde bulundurarak, kiralık evlerde 10 yılı doldurmuş olan kiracılarından yeni kontrat ile talep edilen yeni fiyatlar da içinde bulunduğumuz kriz dönemini fırsata çevirmeye çalışan ev sahiplerini geciktirmedi.
Ev sahipleri açısından da haklı sebepler söz konusu ancak insanın temel ihtiyacı olan barınma, maalesef son zamanlarda arzu edilenin çok dışında gelişiyor. Kiracı, uzun yıllar sözleşme kapsamında artışı kabullenirken, ev sahibine tanınan hak; 10 yıllık kiracıyı çıkarabilir ya da yeni fiyat uygulaması üzerinden yeni kontrat ile yeni kiracıymış gibi tekrar kiralamasına devam edebilirsiniz, şeklinde.
Bu durumda piyasayı takip eden kira artışı, ev sahibine evinin değerince normal gelirken, hala aynı gelire, hatta günümüzde giderek azalan gelire sahip kiracıya oldukça fahiş gelmekte.
Sosyal yaşamın gereklerini bir kenara bırakırsak, asgari barınma, yeme-içme ve giyinme ihtiyaçlarını dahi karşılayamayan gelir şartları, vatandaşı daha katlanılması zor bir döneme sürüklüyor.
Bu durumda ekonomik kaygıların bittiğini ve Türkiye’nin alım gücünün yükseldiğini iddia edenleri algılamakta güçlük çeken vatandaş, doğal olarak giderek büyüyen bu uçurumu sorguluyor;
“Bu bahsedilen refah, kime göre- neye göre!”
Kiminin malı değer kazanırken, kimi hiç mal sahibi olamıyor. Kiminin alım gücü artarken, kimi hiç geçinemiyor. Kimi lüksü ihtiyaç haline getirmişken, kimi ihtiyacı kendine lüks görüyor.
Yani herkesin derdi başka; kiminin ekmeği bayat, kimin pırlantası ufak…