Dünya’da başarılı olmuş Türkleri araştırırken, gerçek bir yaşam öyküsüyle karşılaştım. Daha önce de çok başarı öyküleri okumuş ve etkilenmiştim ama bu çocuk kalp beni öykünün sonunda çok duygulandırdı.
Bir çocuk düşünün Tokat ‘ın köyünde. 10 yaşında dahi yok. Babası evlatlıktan reddediyor, birkaç keçiyle beraber bir çobana veriyor. Taş kalpli baba, anneyle de ayrılıyor. Anne başkasıyla evleniyor fakat çocuğu kabul etmeyen üvey babanın yanı sıra bir de abisi zehirlemeye kalkıyor.
Tek hayali okumak olan 10 yaşlarındaki bu çocuk, hem koyun güdüp hem de iyi kalpli çobandan okuma yazma öğreniyor. Çalışmak için Ankara’ya gittiğinde henüz 11 yaşında bu çocuğa kimse iş vermiyor. Ulus’ta çakmak satıp, Sıhhiye’de bir tuvalette yatıp kalkıyor derken Ankara’dan da İstanbul’a geçiyor. Bir meyhanede komi ve bulaşıkçı olarak çalışmaya başlıyor. Kiraladığı kömürlükte yatan çocuk, emekli bir albaydan çok ucuza haftada bir gün İngilizce dersi alıyor. Bilet için para biriktirdikten sonra İngiltere'ye gidiyor ve bir kebapçıda işe başlayıp, bodrumunda kalıyor, tuvalette yıkanıyor ama asla pes etmiyor.
***
Ve bu azimli çocuk, aradan geçen yıllar ve çalışkanlığı sayesinde tek başına ama kimsesiz sadece tek başına bir başarıya imza atıyor. Bir lokanta açıyor ama ne lokanta. Bugün Londra’da önünde kuyruklar oluşan “Sofra” adındaki restoranlar zincirini kuruyor ve Türk mutfağını İngiltere kraliyetine sunan ünlü biri haline geliyor.
Bu yüzden "İngiliz Kraliyet Ailesi’ne Türk yemeği yediren adam" lakabı ile anılıyor.
Bu ibretlik hikâyedeki çocuk, bugün 70 yaşında restoranlar zincirinin sahibi,
İngiltere'nin ünlü Tokatlı şefi "Hüseyin Özer"
"Hiç okula gitmedim. Keçi güderken çoban Celal emmiden okuma yazmayı öğrendim. Değnekle kara, toza, taşlarla, kayaya yazı yazmaya başladım."
Çocuk yaşta onca yaşadığı haksızlığa ve zorluklara rağmen inancından ve azminden ödün vermeyen ünlü iş adamı kendini kazandığı gibi, bugün, hem Türkiye’nin hem de Dünya’nın da kazandığı önemli bir değer.
Bütün bunları yaşayıp başarıyı yakaladıktan sonra da samimi, doğal ve alçakgönüllü olduğunu öğrendiğim Hüseyin Özer, “Cennette ne varsa benim lokantalarımda da var” diyerek işine gösterdiği özeni de ortaya koyuyor.
Bir röportajında okumuştum. Özer’in artık tek hayali, kendisi gibi başarılı lokantacılar yetiştirmek ve onların yurt dışına açılmalarını, Türk mutfağını dünyaya tanıtmalarını sağlamakmış.
Ne kadar gurur verici değil mi? Bir Türk, ne kadar kendi imkânlarıyla yurt dışına gitmiş ve başarılara imza atmış da olsa hem restoranın ismini Türkçe kullanmış hem de kişiliğinden, azminden vazgeçmemiş. Geçmişinin umudunu geleceğe taşımış ve bugün bizlere büyük örnek olmuş.
Ve bizlere sanki şunu demek istemiş;
Bulunduğumuz şartlardan çok, ne istediğimiz, neyi önemsediğimiz ve ne için çalıştığımızın bir anlamı olmalı.
Bu güzel insanın, güzel lezzetlerini tatmak için illa Londra’ya gitmenize de gerek yok. Bizleri düşünmüş olmalı ki Michelin Guide tarafından tavsiye edilen restoranın bir şubesini de İstanbul, Karaköy’de açmış.
Şimdiden gururla tadacağınız lezzetler için afiyet olsun…
Özge GÜRÜN