Sabah sabah giymişim beyaz gömleğimi, sıkmışım Orhan abimizin önerdiği deodorantımı, saçlar toplu, gözlükler caka, mis gibi bir ‘günaydın’ deyip oturdum şoför arkası tekli koltuğa.
Açtım devam ettiğim kitabımı, huzurla okumaya başladım. Kitap, aksiyon üstüne aksiyon, şaşırtıcı, sürekli uyanık kalmak isteyeceğim satırlarıyla tam saracakken, bir yalnızlık, bir kimsesizlik çöktü içime. Yüreğimi sıkıp sıkıp bırakan, buz gibi bir ayran olsa da diksem tepeye dedirten cinsten Ferdi Baba yorumuyla ‘Derbeder’ oldum.
Şöyle bir etrafıma bakındım, tek çıt ses yok. Radyoda Ferdi Baba söylüyor, millet dağılmış, dalgın gözleri yolları ezberde, cama dayanmış kafalar otobüsün seyrine göre titreşim halinde… Püfür püfür hasta edecek kadar yüksek ayarda klima bile kar etmiyor artık uyuşmuş beyinlere. Sessizlikte ne güzel okurum aslında kitabımı dedim ama ben de beceremedim. Az önce dikkatimi çeken insanların ruh hali beni de çekti içine.
Her şeyden nasıl da çabuk etkileniyoruz diye düşündüm. Ufacık bir müzik sesi ya uzaklara dalıp sessizliğe gömüyor, dağılıyor, dağıtıyor ya da yan koltuktaki gencin kulaklığı ile kafası arasındaki ritmiyle şekilleniyordu. Çocuk kendi dünyasında otobüs içindeki atmosferden uzak cıstak cıstak modunda. Kitabı kapattım. Anı yaşamak vardı ya hani, yaşayalım bakalım dedim.
***
Durağı kaçırmışım.
***
15 dakika yürümek zorunda kaldım. Suratımda aşağı doğru süzülen bir halsizlik hissediyordum. Anda kalmaya odaklanıp kaçırdığım durak aklımda, bir gülme geldi ki sormayın, gitmedi ofise girene kadar. Düşündüm de duyu organlarımız ne kadar hassas algılara sahipmiş, meğer nasıl da belirliyormuş anlık psikolojimizi. Duyduğumuz bir müzik, burnumuza gelen tanıdık bir koku, anıları hatırlatan ufacık bir kare, sıcak hava, soğuk hava, tek bir kelime.
Devam eden süreçte tüm günü, haftayı, belki de ayları etkisi altına alacak kadar güçlü bir etkileşim yaratıyordu anda seçtiklerimiz.
Acıya acıyla, sevince sevinçle karşılık veriyoruz. Hissettiklerimizin yansıması bulaşıcı bir hastalık gibi sarıyordu tüm dünyamızı. Başkalarından da pek kolay etkileniyoruz. Aslında seçenekler elimizde ve seçimlerimize göre değişiyordu hissettiğimiz duygularımız. Ve çoğu zaman duygularımızla yönlendiriyorduk yaşamımızı. Hislerimizi yönlendirmek konusunda ne kadar başarılıyız acaba? Odaklanma yönümüz ne kadar kuvvetli? Nasıl çıkılır içinde bulunduğumuz isteksizlik, halsizlik, yıkılmışlıktan?
Valla ben otobüsten inince kurtuldum sanırım. Siz de hayatınızda sizi dağıtan otobüslerden inin ama gözünüz açık olsun ki zamanında inin, duygularınızı aşağı çeken müziğin sesini kapatın, kapattırın. Davranış ve sözleriyle sizi bunaltan, kötü etkileyen insanlardan uzak durun, ortamı değiştirin. Güzel şeyler düşünmek, mutluluk verecek şeyleri hatırlatan ortamlarda bulunmak eminim iyi gelecek.
Güneşli ve portakal çiçeği kokan bir gün düşünün, nem de yok zaten(!) kendi müziğinizle dans edin ve gülümseyin