Canlı olarak ilk defa tecrübe ettiğim bir gösteriyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Kaçırılmayacak kadar güzel, farklı duygulara ev sahipliği yapacak kadar özel bir gösteriydi.
Geçtiğimiz akşam Aspendos Arena’da Anadolu Ateşi’ni kız kardeşim ve onun arkadaşlarıyla beraber izlemeye gittik. Ekranlardan takip ettiğim kadarıyla hayranlığımı gizleyemiyordum ancak canlı olarak izlediğim gösteri çok daha etkileyiciydi.
Genel atmosfer nefes kesici, adrenalin yüklü ve heyecan vericiydi. Seyirciler tüm koltukları doldurmuş, herkes heyecanlı dolu bir sessizlikle perdenin açılmasını bekliyordu.
Hislerimi yazıya dökmekte pek zorlanmam fakat bu kez biraz zor olacak sanırım. Dilimin döndüğünce kaleme almaya çalışacağım. Muhteşem gösteriye öyle bir hazırlanılmış ki, müzik eşliğinde sahne duvarlarına yansıyan görsellerle ana adapte oluveriyorsunuz.
Yavaş yavaş müziğin ritmi artarken, o da ne? Birden derin bir sessizlik, hafif loşluk ve işte beklenen an. Binlerce meraklı göz, perdenin üstünde geziniyor. O anda perdenin hemen üstünde yer alan görselle ilk coşkuyu yaşıyorsunuz zaten. Her konuda ilk öğretmenimiz, başöğretmenimiz olmasının onuruyla okuyorum; “İlk dans öğretmemiz” Atatürk’ün en sevdiğim fotoğraflarından biri karşımda…
Büyük bir alkış tufanı… Vee perde açılıyor….
Sahne kalabalık, müzik bir harika ve dans sanatçıları oldukça görkemli. Kostümlere bayıldım. Her gösteri birbiriyle bağlantılı bir geçiş halinde. Sahnede yıldızlaşan gençlerimiz tek ruha sahip gibi. Dans eden bedenleriyle bütünleşmiş, eşsiz bir uyum içinde. Sizi önce coşturuyor, sonra düşündürüyor, sonra yeniden coşturuyor, sonra yeniden… Derken dünyayı sorgulatıyor. Müthiş bir tema üzerinden yola çıkarak hazırlanmış koreografi içinize mis kokulu taze bahar havasında yeni anılar, yenilenen düşünceler ve hassasiyet kazandırıyor.
Farklı ülkelerden gösteriyi izlemek için gelenlerin hayranlıkla bakan gözleri, sahne üzerinde bir bütün olup, anın derinliğinde ışıl ışıl parlıyor. Ardı ardına sahne alan koreografiler, biraz doğudan, biraz batıdan, biraz kuzeyden, biraz güneyden.. Yurdumun her köşesinin özlemlerini, hasretlerini dile getiriyor.
Kafkas yöresini canlandıran dansçılarla yerinizde duramasanız da, onların her zıplayışında en az bir saniye öylece havada kalmaları nefesinizi tutturuyor size. Anadolu’nun eşsiz folkloru içinizi kıpır kıpır yapıyor. Hemen arkasından Karadeniz uşakları horon teperken ayaklardaki senkronizasyon omuzlara eşlik ediyor.
Ege’nin efeleri şaha kalkmışken göğsünüz kabarıyor, umutlu gülümseyiş dudaklarda yerini buluyor. Sonra Roman havasıyla yeniden kıvraklığı kazanan bedeniniz ruhunuzda sarsılmaz bir denge yaratıyor. Her bir gösteri barış teması içinde; dil, din, ırk kardeşliğine vurgu yapıyor. İnsan ruhunda iyi ve kötünün sadece bir seçim olduğunu anlatan danslar, müziğin diliyle birbirini tamamlıyor.
Sonsuz bağışlayıcı güçle barışın üstünlüğü galip geliyor. Alkış gırla devam ederken, ellerimde derman kalmıyor, parmaklarım şişiyor. Sanatı ruhuna kondurmuş, gözlerine umudu giydirmiş, hiç tanımadığım ama hep tanıyormuşum hissi yaratan birkaç kadınla göz göze geliyorum. Aynı duyguları paylaşmanın verdiği mutlukla gülümserken…
20 dakikalık araya çıkıyoruz… Aklımda ikinci perde.
10 dakika sonra tekrar yerleşiyoruz koltuklarımıza. Yine bir sessizlik sarıyor ortamı. Çıt yok. Usulca perde açılıyor. Tasavvufun en ince ayrıntılarıyla semazenler sahnede. O anki hislerimi anlatırken saçmalarım korkusuyla susmayı tercih ediyorum. İzleyin görün diyorum.
Bu muhteşem iki perdelik gösteride, duygulara tercüman olan dansın gücüne, müziğin ruha nasıl da iyi geldiğine yeniden şahit olurken, coğrafyamızın bölünmez bütünlüğüne olan inancımı tazeliyorum. Kardeşliğin, dostluğun, birlik beraberliğin sadece biraz düşünmekle kazanılacağından daha da emin oluyorum. Bana bu güzellikleri yaşatan, hayatı dansla, dansı hayatla yöneten büyük ustayı yürekten kutluyorum.
Teşekkürler Mustafa Erdoğan… Teşekkürler Anadolu Ateşi…
Not: 24/09/2019 tarihinde kaleme aldığım "İnsanlık Ölmedi Daha" başlıklı yazımda "KL07" olarak yazdığım otobüs hattını "LC07" olarak düzeltiyorum.