Sarrafları pardon, sahafları bilir misiniz? Bin dünya saklıdır tozlu raflarında. Ayrı bir hikâyesi vardır her bir hazinenin. Her yeri tarasanız da bulamadığınız o 1967 basımı kitabın ilk baskısını çıkarıverir en bilinmedik kuytu köşelerden.
Sarı sayfaların ucunda kıyısında bir de ufak tefek notlar varsa daha bir zenginleşir o yaşlanmış bilge kitaplar. Ufacık bir tarih sizi o ana sürükler. O anda düşündürür ve geçmişi hayal ettiğin boyutta yaşama fırsatı sunar.
Duyduklarınız, gördükleriniz şekilleniverir zihninizde. Artık ordasınızdır, 1967‘de. Benim o tarihlere dair belleğimden silinmeyen, 1982 basımını babamın hediye ettiği, haz alarak okuduğum ve bugün bile izlerini görebildiğim bir eser vardır.
Okuyanlar bilirler, öyle bir yazmıştır ki Fakir Baykurt, başkaldırının, direnişin, birlik beraberlik olmanın, kadere boyun eğmemenin mükâfatını senden sonrakilere taşımanın, prangaları kırmanın onurlu öyküsüdür Tırpan.
Bir koca çınardır, sararmış yapraklarında gidiverirsin gök gözlü (göküşler diye nam salmışlar) güzellerin yaşadığı, birkaç altına satıldığı, ağalığın beyliğin hüküm sürdüğü yıllara…
Ankara’nın Gökçimen köyüne.
Yazar öyle içten anlatmış ki, şiveyi öğrenmeden bitmez o kitap.
Güzel kızımız henüz 14’ünde Dürü, yaşlı, zengin, kaba saba bir ağa ile zorla evlendirilmek istenir. Onca zaman köyün en güzel kızları altın, para, toprak karşılığında mal gibi ağalara, beylere verilmiş. Hatta kuma olarak gitmişler başka başka köylere.
Bizim Dürü de her yolu denemiş bu duruma boyun eğmemek için ama nafile, babaya karşı gelemez ve zorla evlendirilir. Okudukça sinirinizi zıplatacak Kabak Musdu ile evlenen Dürü kız, bu durumdan kurtulmanın tek yolunu diğer kızlar gibi intihar etmekte bulacakken, köyün delisi(en akıllısı) Uluguş Nine’nin fikriyle adını tarihe yazdırır.
Direnmek ve bunu akıllıca hayata geçirmek kaderini değiştirir hatta köyün ağalığını bile sallar hale gelir. Uluguş nine, Dürü’ye düğün gecesi ‘kadının ve kaderin TIRPANI’nı hediye eder. O gece, Dürü’nün ve Dürü olacakların hikâyesi yeniden yazılır.
Tırpan, sömürge politikası güdüp, asalak olarak halkın emeklerine, iyi niyetlerine ve on dört yaşındaki kızlarına “müşteri'' çıkan Kabak Musdo’ların eskiden olduğu gibi koyunlarına giremeyeceğinin umudunu ortaya koymanın, bu umudu güçlendirmenin, toplumu bilinçlendirmenin en güzel örneklerinden biridir.
Bu kitapta altı çizili bir yer buluyorum. Dürü’nün anası Havana, bu kirli düzene çomak sokmak istiyor, hem dayak yiyor hem de söyleyeceğini söylüyor kızının babası Velikul’a ; “Olanlara bakma sen, kendine bak da dik dur! Gevşek konuşma! Benim ere verilecek kızım yok arkadaş de! Ufak daha o de!
Kestir at! Düşünelim danışalım ne demek? Ne düşüneceksin, kime danışacaksın? Karıya mı? Karıya tenezzül ettiğin var mı senin? Karının aklını akıldan saydın mı ömründe?” Yani birisi bir zamanlar buralardan geçerken takılmış kalmış, altını çizmiş, umursamış. İçinde boğulmuş kelimelerin, sığ bir yer bulayım diye bir solukluk nizamla çizmiş altını işte. Onu fark edince tekrar okuyorum, dalıyorum. Derken bir cümle daha altı çizili; “Yoksulluk zorlu pehlivan! Yoksullukla güreşilmiyor! En güçlü pehlivanları yeniyor yoksulluk.” Sayfanın bir ucuna, mürekkebi dağılmış ama okunur vaziyette
17 Nisan 1973 tarihi not düşülmüş ve ‘bu da bitecek’ yazılmış.
Elbet bitecek, 1973‘de okuyup, 2019’lara kadar uzanan yolculuğunda umarım bitmiştir kederin, umarım istediğin bir hayatı yaşamışsındır güzel okur. Aradığıma değdi, sarrafta bu kadar değerli altın var mı ki, geçmişin izlerinde konuşmadan hikâyesini anlatabilen.
Sahafları dolaşın derim ben. Eski kitaplara göz atın, eskimeyen sözcükleri alın oralardan koyun önünüze. 21.yy ‘da bile kaderinin paslı zincirlerinde hastalanmış ruhlarıyla savaşanlar, bu hastalıklarını yeni nesillere bulaştırarak yaşayan niceleri var.
Sene 2019, belki kahramanımız Dürü değil ama Ece, İpek, Sezen, Melek…