Ülkemiz bir haftada iki ailenin siyanürle kendilerini zehirledikleri toplu intiharlarıyla çalkalanıyor. İstanbul Fatih’te 15 yıldır yaşadıkları evlerinde ölü bulunan 48-54-56-60 yaşlarında dört kardeş içtikleri siyanürle hayatlarına son vermişler. Kimse zarar görmesin diye de kapıya not iliştirmişler; “Dikkat! Siyanür var!”
Öyle ki, bu kardeşlerin üvey kardeşleri de varmış. Defin işlemleri henüz gerçekleşmemiş ve üvey kardeşleri de imkânsızlık sebebiyle cenazeleri henüz alamamışlar.
Hayatlarına dokunacak olursak eminim altından ne imkânsızlıklar, ne hayal kırıklıkları ve sevgisizlikler çıkacaktır. Düşünsenize hiç evlenmemiş dört kardeş aynı evde yaşam mücadelesi veriyor, hepsi de yetişkin yaşlarda. Babaları ilk eşinden olan çocuklarını anneleriyle İstanbul’da bırakıyor ve Mersin’de 93 yılında bir evlilik daha yapıyor. Üç kardeş de orada var. Babanın 2008’de vefatından sonra da üvey kardeşler birbirleriyle görüşmüyorlar.
Böyle acı bir haberle kardeşlerin birlikte anılması ne acı.
Yoksulluk, kimsesizlik, umutsuzluk ve dahası… Kim bilir daha neler yaşadılar, neler...
Eminim gelecek günlerde haklarında daha çok bilgiye sahip oluruz ancak gidenleri geri getiremeyiz.
Hemen arkasından Antalya Siteler mahallesinde yaşayan yine dört kişilik bir ailenin intihar vakası.
Karı-koca 36-38 yaşlarında ve çocukları henüz 5-9 yaşlarında tazecik bir aile. Yine siyanürle ebeveynleri tarafından henüz akıl baliğ olmamış çocuklarını da beraberinde götürdükleri bir aile. NTV’nin haberine göre, baba bir de mektup bırakmış. 9 aydır işsiz olan babanın mektubunda, “Herkesten özür diliyorum ama artık yapacak bir şeyim yok. Hayatımıza son veriyoruz” ifadelerini kullandığı belirtilmiş. Hatta bir gün önce de birikmiş ev kirası nedeniyle ev sahibi evin tahliyesini istemiş. Binada oturan vatandaşlara, gece 8. katta bir aile ölü bulundu denilmiş ve alınan cevaplar nasıl da birbirimizden habersiz yaşadığımızın kanıtı gibi olmuş. “Komşumuzu çok tanımıyorum”…
Bir başka bina sakini, “Gürültü üzerine uyandım, kapıyı açınca kapıcı, 8. Katta bir ailenin siyanürden zehirlenmiş olabileceğini söyledi. Apartman tahliye edilecekmiş. Bir kedim vardı aldım ve çıktım. Aileyi tanımıyorum” diye konuşmuş.
Aile en az 9 aydır orada o bina sakinleriyle beraber ve bina sakinlerinden net bir açıklama gelmemekle birlikte “Aileyi tanımıyorum, komşumu bilmiyorum” gibi ifadeler kullanılmış. Ne acı, ne fena bir durum. Aynı binada kimsenin kimseden haberi yok. Komşuluk mu? O da ne? Koca koca siteler, kat kat binalar var ama komşuları yok. İnsanlar birbirlerinden ne kadar da uzaklar. Ne kadar yalnızlar. Bir aileniz olmasa tek başınasınız. Komşunuz yok, halinizi hatırınızı soranınız yok. Sizi tanıyan yok.
Büyük vakalar şeklinde medyaya yansıyan haberler bunlar. Daha nice canlar yalnızlıkla, kimsesizlikle, yoklukla mücadele ediyor ya da mücadelesini kaybediyor kim bilir…
Türkiye Psikiyatri Derneği, medyada intihar vakalarının dramatize edilerek detaylarıyla, görsel öğeler eşliğinde sunulmasının, intihara eğilimli insan üzerinde olumsuz etki yaratacağı ve vakaların haberde veriliş biçimine dikkat edilmezse, intihar girişimlerinde artış olduğunun örneklerinden bahsetmiş. Kesinlikle hak veriyorum. Ancak sadece bir haber olarak değerlendirirsek ve üstünü örtersek sorunun başlangıç noktasına da inemeyiz.
Sosyal ve ekonomik durumların ezici potansiyelinin altında psikolojik sarsıntı yaratan sebepler, terk edilişler, insanı yalnızlığa, kimsesizliğe, çözümsüzlüğe ve en kötüsü de yok olmaya sürüklüyor. Bu sebeple her ailenin Türkiye Cumhuriyeti Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın eliyle zorunlu psikolojik destek alması sağlanmalıdır. Bu konuda belediyeler ve muhtarlıklar üstüne düşeni yapmalıdır.
Biz vatandaşlara düşen en büyük görev de, “Kimlerle yaşıyoruz? Komşularımız ne iş yapar, kimdir? Nasıl insanlardır? Sorunları var mıdır?” sorularına yanıtları samimi ve hoş görü çerçevesinde bilmek olacaktır. Bir selamı esirgeyen insanlar olduk, giderek yozlaştık. Özümüze dönmenin zamanı gelmedi mi? Kimseyi, giyim kuşamı, takısı tokası, evi eşyası, arabasına göre yargılamamak, biraz da kalp okumak, gönül açmak, iki kelamın hakkını vermek gerekiyor.
Ve bu içler acısı durumların tekrar yaşanmaması adına gereken önlemlerin alınmasını diliyorum. Yani diyorum ki, bu kadar mı kalabalıktı hayatlarımız da, aynı binada, aynı şehirde yaşadığımız, nefes aldığımız insanların çırpınışlarını duyamadık!