Dün bir arkadaşımla uzun uzun dertleştik. Ne zamandır bir araya gelip şöyle belini kıramadık iki lafın diye sitem ederken, o çok mutlu görünen, hayranlıkla izlediğim hayatının, hiç de sandığım kadar mükemmel olmadığını birkaç kelimesiyle anlamak zor olmadı; “ tahammülüm yok artık hiçbir şeye”
Tahammül; katlanmak, dayanmak, kaldırmak… Günün telaşını, hayatın yükünü, dünün yaşanmışlığını, yarının kaygısını kaldırabilecek gücü bedeninde, ruhunda, düşüncelerinde bulabilmek.
Hangimiz hayatında yeterince tahammüle sahip? Bir yerden sonra herkesin içine attığı ekmek kırıntılarını ıslatıp ıslatıp kurutarak taş diye fırlattığı, onları taş sananların da koca bir kayayla karşılık verdiği yerdeyiz. Hâlbuki bir su damlasında nasıl da yumuşadığını görecek zekâya sahibiz.
Sevgiyle kurulan yuvaların böyle bir kelimeyle sarsılması ne acı. Birbirini anlamaya çalışmaktan yorulmuş iki insan. Konuşarak çözüm bulamamış, yanlış anlaşılma, anlama ya da gerçek bir anlaşmazlık mı var arada diye kara kara düşünürken, bir çıkmaza saplanıp kalmış, üçüncü bir beynin yardımına ihtiyaç duymuş.
Anladığım kadarıyla konunun özünde, yanlış anlama ya da anlaşılamama yok, tam tersi gerçek bir anlaşmazlık var. Birbirini çok iyi anlayan iki insan var. Birbirini çok iyi anlamış, karşılıklı çözüm üretmek yerine kendi fikirlerinden vazgeçmek istemeyen bir kısır döngüye sahip iki insan.
Genellikle ailevi sorunların başlama nedenleri arasında ekonomik sıkıntılar, maddi -manevi kaygılarla savaş, yaşam standartlarından ödün verme, zamanla ıssızlaşan çevre, alınganlıkla başlayan, çözümsüz ucu açık kısa cümleler ve uzun koca bir sessizlik yer alıyordu.
Aynı sıkıntılar ruhsal çöküntülerle birleşince ne kendine tahammülü kalıyordu insanın, ne de o çok sevdiklerine. Nefes alacak yer kalmıyordu kimseye. Çocuklarına bile yetemediğini düşünen bir anne, kocasına gülümseyen bir kadını alıp götürüyordu. Lüksün ihtiyaç haline getirildiği bir toplumda ödemelere yetişemeyen baba, karısına bir çiçek almayı unutmuyor ancak fazla görüyordu.
Gülüşüne ömrünü verebilecek kadar seven bir kadın, artık adamın gülüşünün altında başka şeyler arıyordu. Çocuklara yansıyan tutarsızlık, evdeki düzeni sarsıyor, ne kadın, kadın olabiliyor ne de adam dimdik durabiliyordu. Gerildikçe gerilen ipler koparsa kopsunlar ‘a gebe bir yaşamda tüm aileyi eritiyordu.
Ev mahremiyetimiz ve orda olmasını istediğimiz tek şey “huzur”. Maalesef o huzuru dışarda her şey yolunda gibi gösterip, içerde darmadağın kılan sorunları bir kenara bırakmamız gerekiyor. Mutsuz adam; mutsuz kadını, mutsuz kadın; mutsuz anneyi, mutsuz anne de umutsuz çocukları yetiştirir.
Umutsuz yetişen her çocuk hayal kurmayı bırakır, hamken büyür yaşamadığı çocukluğuyla, narin, kırılgan ya da tam tersi; arsız, aksi, saldırgan bir tutumla çevresini oluşturur ve o çevrede hepimizi bağlayan çelik iplikleri. Bir yerde gelir ucu bize dokunur.
Mutluluk istenilen ve kabul edilen bir olgu olsa da, isteyip de ulaşamayan milyonlarca insan var. Sebebi, mutluluğu oluşturacak etkenlerin bir araya gelecek diye beklenilmesi.
YAPMAYIN! ELDE AVUÇTA BİR ŞEY OLMASA DA GÜLECEK BİR SEBEP ARAYIN.
ETMEYİN! KAYGILARIN KURBANI OLUP, YARINI YOK ETMEYİN. AMA TAHAMMÜL EDİN LÜTFEN, AİLENİZE, SEVDİKLERİNİZE, İŞİNİZE, ARKADAŞLARINIZA.
ÇÜNKÜ, KATLANABİLDİĞİNİZ KADAR SEVER, KATLANABİLDİĞİNİZ KADAR TUTARSINIZ HAYATI AVUÇLARINIZDA.