Eli yüzü nur dolu, geleni gideni bol, eli çabuk ve bereketli bir kadındı 76 yaşındaki Pembe Teyze. Her Cuma günü mahallenin çocuklarına, analarım, kuzularım diyerek, iki bisküvi arası gül lokumu dağıtır, bahçedeki çeşmesi yanındaki çelik bardağıyla sebil gibi her susayana yetişirdi.
Yaşına rağmen dinç, güler yüzlü, temiz, titizdi. Her Allah’ın günü evin önü ve o bahçesi ıslatılır, fundalıktan yapılma süpürgesiyle süpürülürdü. Üç- beş kedisi vardı bahçesinde beslediği. Misafiri çok seven Pembe teyzem sürekli gözleme, bulgur köftesi, pişi bulundururdu evinde.
Misafir çocuklarının ayağına hediye edeceği beş mille örülmüş çoraplarla doluydu girişteki üstü dantelli sandığı. Tek başına dev bir kadro gibiydi sanki. Konu komşu evine vardığında “Evde eli iş tutan gelinleri var gibi; çayı ocakta, yemeği tabakta bekliyor, maşallah.” Derlerdi hep.
Hiç çocuğu olmamış, evvel zaman önce köye gelen bir öğretmene âşık olmuş da doğulu diye vermemiş ailesi. Ne zaman sorsak Şamil amcayı gözleri dolar, tekrar tekrar anlatırdı. Başak sarısı saçları, zümrüt gözleri varmış, acık kavrukça bir delikanlıymış Şamil’i. “Pek bir güzel gülerdi. Ben köyde hiç o kadar beyaz dişli birini görmemiştim, dişleri çok güzeldi.” Der dururdu.
*****
Bir sabah yeğenlerini okula bırakacağı sıra olmuş ne olduysa. Okul evlerine çok uzakmış. Çocukların başında bir büyük olmazsa yollamıyorlarmış. “Bu gün de gitmeyiversin bişeycik olmaz” diyorlarmış. Pembe Teyze o zamanlar on altı yaşında, ilkokuldan sonra okutmamış ailesi, içinde ukde kalmış, yeğenleri bari okusun istiyormuş.
Okuyup memur olunca şehre taşınacaklar ve Pembe halalarını da yanlarına alacaklarını düşünürmüş hep. Her sabah üşenmeden onları hazırlayıp okula bırakıyor, öğleyin de almaya gidiyormuş. Çocuklardan biri yolda huysuzlaşınca baş edememiş, derken yolda Şamil öğretmen bunları görüp yardıma koşmuş.
“Takım elbise vardı üstünde. Çantasını yolun kenarına koydu, kucağımdan deli oğlanı aldığında bir bakıştık, o gün düştüm sevdasına.” Derdi. Bilmezmiş ki Şamil öğretmen köye yeni ataması olan, kucağındaki deli oğlanın yeni öğretmeniymiş. Yol boyunca okula kadar sohbet etmişler adını dahi soramadığı o kavrukça delikanlıyla.
Gel zaman git zaman bir mahalle ötede oturan öğretmenle, her gün okul yolunda görüşmeye, konuşmaya devam etmişler. Öğlenleri çocuklara yaptım dediği tava gözlemelerden, tarçınlı keklerden götürürmüş okul çıkışına, Şamil’i de yesin diye.
Aradan geçen bir yılın ardından bir gün anasına açılmış sırma saçlı, çakır gözlü Pembe Teyzem. “Ana bir oğlana sevdalandım, beni istemeye gelecek” Demiş. Anası hemen “Kimlerden kara kuzum, kimin nesidir bu oğlan, bizim köyden mi? Amcaoğlun Üseyin’e ondan mı varmadın demek. Ne iş yapar, evi barkı nereymiş, ne zaman gelecekmiş, bizi bilir mi, yaban ellerden değildir zaar, di mi güzel kızçem?
Biricik kızçemi vermem uzaklara bak bilesin” diyerek başlamış döktürmeye. İki ağabeyi de evlenip çocuk çocuğa karışınca herkesin gözü evin en küçüğü Pembe teyzedeymiş zaten. Köy yerinde ‘Bir an önce evlenip yuvasını bilsin, yaşı çok geçti’ diyerek oğullarına isteyenlerden bıkan daha on yedisinde kızı için anası da pek heyecanlanmış. “Ana-babasının haberi var mıymış? Akşam babanla konuşalım da gelsinler bağlım.” Deyiverince sevinçten ayakları yerden kesilmiş, “Anam zati köyde yaşıyor hemi de örtmen. Bizim Turan’ın hocasıdır” çıkıvermiş ağzından... (Devamı yarın)