UZUN BACAKLI;
Bu cümleyi seviyorum, eskiye dair ne kadar güzel hikaye yaşanmışsa, anımsamama sebep oluyor. Dünyada ne kadar İslam düşmanı varsa, bu uzun bacaklının eteğinin altında toplanıyor. Etek dediysemde PKK’lı cahillerin fistanlarından değil. Baya kelli felli İSKOÇ eteği. Sakın bu cümleyi hayranlık gibi algılamayın, çünkü Büyük Britanya İslamiyet’ten haz etmeyen ve memleketine ihanet etmeyi meziyet sayanların ANA vatanıdır. Şimdi oralardan mezun olmuş, burs almış veya kraliçe nişanına sahip olan insanlar yazıyı dinlerken ‘Hadi ordan.’ diyebilirler. Zira onlara göre UZUN BACAKLI olmadan dünyada hiçbir şey düzenli olamazdı. Bunu neden böyle söylediğimi düşünen okur ve dinleyicilerimiz için küçük bir anektot!
17-25 aralıktan sonra, hatırlı dostlar cumhurbaşkanına gelip UZUN BACAKLI görüşmek istiyor dediler. Muhattaptan gelen olumsuz cevap hoşlarına gitmedi. Diğer tarafa ilettiklerindeyse güçsüzlükleri ortaya çıktı. Bu yüzdendirki sesleri bir anda kesildi.
Size birkaç hikaye anlatacağım,ondan sonra karar sizin!
Ama size önce bir soru sorayım…
LONDRA’nın Arnavut kaldırımlı taşları 300 yıldır yerinde durup değişmezken, İslam coğrafyasının her karış toprağı neden altüst ediliyor?
Başlıyoruz…
PEYGAMBER EFENDİMİZ’in müjdesi üzerine alınan şu mübarek belde, ‘Şehr-i İSTANBUL’
13 KASIM 1918 günü düşman postallarıyla tanıştı. 465 yıllık başkent , koca hanedanın yaşayan en büyük şahiti bu güzide şehir, UZUN BACAKLI ve şurekası tarafından işgal ediliyordu. Bu muhim tarihe dikkat çekmemin sebebi ise anlatıcağım olay bu süreç esnasında ortaya çıktı. İşgalin sürdüğü günlerde, İSTANBUL’un her köşesi parselleniyordu. Birleşik Krallıktan yola çıkan İNGİLİZ temsilcisi tren yolculuğuyla Sirkeci Garı’na kadar geldi. Uzun süre kalmak için geldiği bu şehre saatlerdir imrenerek bakıyordu. Öyle ya en sonunda ona sahip olmuşlardı. Gururlanmasında ne yapsın değil mi.. İşte böyle kasvetli bir günde trenden indirilen bavullar at arabasına yüklendi. Büyükelçi kalacağı otele gitmek için arabaya bindiği sırada dört kişi arabaya doğru yaklaştı. Korumakta olan askerler bir anda silahlarına doğru hamle yaptılar. Temsilci eliyle askerlere, durun diye işaret etti. Gelenlerden biri kırık bir İngilizce’yle hürmet göstermek için geldiklerini, bunun için arkadaşlarına ve kendisine fırsat verilmesi gerektiğini bildirdi. Temsilci, az önce askerlere durun işareti yaptığı eliyle olur işareti yapıyordu…
Buraya dikkat!
Bu hareketten cesaret alan onursuz adamlar, kaşla göz arasında atları arabadan çözüp yerine kendilerini bağladılar. Evet evet artık arabayı insan kılığındaki bu hainler çekecekti. Nitekimde öyle oldu. Herkesin şaşkın bakışları arasında bu gurursuz adamlar at arabasını gideceği yere kadar çektiler. Millete yapılabilecek en büyük ihanete imza atan bu adamlardan birinin ismi ALİ KEMAL’di . Bu topraklarda yaşayıp , gazetecilik yapan ve yazar olarak tanınan bu şahsiyet, o gün sahiplerine karşı gereğini yapmış, bağlılığını göstermişti. Çok geçmeden istanbul’da İNGİLİZ MUHRİPLERİ derneğini kurarak işgalin sivil ayağını da gerçekleştiren bu zatı muhterem, bir süre sonra İngiliz bir hanınmla evlenip kendini UZUN BACAKLI’nın eteğinin altına attı.
Burda biraz duralım !
Şimdi 15 TEMMUZ 2016 günü kalkışma gerçekleşmiş olsaydı, yani MISIR gibi olsaydık ve İNGİLİZ temsilcisi Türkiye’ye gelmiş olsaydı, havaalanı çıkışında yabancı ülke bayrakları sallayan kimine göre ünlü yahut kendini gazeteci sanan vatan hainleri karşılamaz mıydı onları?
Karşılardı değil mi? İşte tam da o günkü gibi..
Sahi yeri gelmişken gazeteci-yazar CAN DÜNDAR vardı, SILA ‘dan uzakta yaşayan, hani adliye önünde saldırıya uğrayıp, hanımın arkasına saklanan, bildiniz değil mi?
Neyse o kendini bilir zaten..
Sahi MİT tırlarına gıcıktın ya, düzeldin mi acaba? CAN, konu MİT tırları değildi ki sen daha anlamadın mı?
Mevzu da, hain deyince nasıl da dağılıyor.
Devam edelim.
Her neyse İstanbul’un işgali daha son bulmadan, at arabasını çeken şahsiyetler bir şekilde rabbine kavuştu. Ali Kemal ölünce çocuğuyla ortada kalan hanımı Türkiye’de durmasının kendisi için tehlikeli olacağına karar verip ana vatanına kaçtı. Zaman içerisinde bu çocuğundan da dünyaya bir çocuk geldi. Şimdi diyeceksiniz ki iyiymiş ama bana ne? Öyle demeyin, bu kendi şahsına münhasır adam şimdilerde UZUN bacaklının DIŞ İŞLERİ BAKANLIĞI’nı yapan ve dünyanın da Türk asıllı olduğunu iddaa ettiği BORİS.. Sakın olaki o BORİS bizim BORİS’miymiş demeyin. Kesinlikle sizin değil. Dedesi bu memlekete ne yapmış ki karşılığı bu kadar büyük olmuş. Sanırım bir koyup on almak tam da böyle bir şey olsa gerek..
Devam edelim
Bu da diğer hikayemiz;
Kısa bir zaman önce Balkan hücresi uyandırılmıştı. Türkiye’ye gelen bu ekip 17 Nisan günü diğer hücrelerle beraber teşkilatın son cumhurbaşkanının mezarı başında toplanmıştı.
Yaşça en ihtiyar olan söze başladı,
’Dostlar güneş belirdi, artık yıldızlara bakarak yön tayin edilemez. Atalarının yolundan gideceklerin armağanlarını hazır edin. Başlarını göğe kaldıralım. Bu bedduanın bizi tuttuğu yeter, artık sözde durma vaktidir. Mahşerli günde en üste talip olanlar ahitlerini tutsunlar. Topraktan aldıkları namuslarını naftalinden arındırsınlar. Çifte su verilmişe, kandan başka bir şey bulaştırmasınlar. Bu toprakları meyvesiz ağaçlarla süsleyenleri, çekirge sürüleriyle ağlatsınlar. Buluşmak için s&o