Hz. Adem’e “yanında Havva” dendi ki onlara “şimdi siz bu içinde bulunduğunuz cennete keyfinizce yiyiniz, içiniz “ama sakın” sakın şu meyveye dokunmayınız, ondan yemeyiniz sakın. Eğer bizi dinlemez “ve ondan yerseniz” bu itaatsizliğin bir karşılığı olacaktır. Canınızı acıtacak bir bedeli olacaktır o meyveden yemenin. Sakın Allah’a karşı gelecek, O’nu dinlemeyecek işler yapmayın “diye” uyarıldıklarını “yine” Rabbimiz anlatıyor bize.
Ve sonra şeytan “nasıl yaptıysa, nasıl kandırdı nasıl ikna ettiyse, hangi yalanı söylediyse Adem ile Havva’nın” kanına girdi. Bin bir türlü teville onları kandırmanın bir yolunu buldu. Ve en sonunda “Havva ile Adem” o yasak meyveye el uzattılar. O yasaklandıkları meyveden yediler. Kimi nakillerde “Adem’in ” Havva’nın sözlerine, yalvarmalarına dayanamadığı söylenir. İşin en aslını Rabbimiz biliyor.
Tekrar “bir daha sonra dersek” sonra bu isyanın, bu söz dinlememenin “bedeli” cennetten çıkarılmalarıyla döndü onlara. Çırılçıplak kalmaları olarak döndü, bir birlerinden uzaklaştırılmaları olarak döndü. Yani büyük bir ayrılık olarak döndü.
Artık kimin nerede olduğu belli değildi. Havva nerede, Adem nerede belli değildi, bir birlerinden haberleri yoktu. Her biri bir ovada, bir dağda dolaşıp durdular, ayakları yalın gözleri yaşlı olarak.
Kaç yüz seneler öyle yaşadılar, öyle koşturdular “bir birini bulmak için” kaç yüz sene dolaştılar kum çöllerini “net olarak” elimizde bir bilgi yok. Biz sadece kutsal metinlerden öğrendiklerimizle “o bilgiler kadar” bir şey bildiğimizi sanıyoruz. Durmadan anlatılıp durur bu ayrılıklar, bu cennetten çıkarılmalar hocalarımız tarafından.
Dünya dolusu tövbe. Yerle gök arası tövbe. Durmadan tövbe ettiler, durmadan yorulmadan özür dilediler Allah’tan.
Ve sonra yeniden kavuşmalar, ama cennet yerine dünya. Dünya daha büyük imtihan yeri insan için, o zamandan beri.
O meyve ağacının “ne olduğu konusunda” onlarca ağaçtan söz edilir, kimisi elma der, kimisi buğday, başka birleri daha başka meyveden söz ederler. Hangisinin olduğunun ne önemi var? Önemli olan o yasak meyden yenmesi, ve neden yendiği.
Kur’an buna “yasak meyve” der. Biz Adem’e “o yasak meyveden” yeme dedik, Havva’ya da aynı şeyi söyledik. Ama onlar “bizi dinlemediler” kendi duygularına, yanında şeytana uydular, ve yenildiler.
Neyse uzun etmeden.
Şimdi biz ey insan!
Ey Müslüman!
Ey Ademin oğlu/Havva’nın oğlu.
Şimdi biz “bize yasak olan” ne çok yasak meyve yiyoruz farkında mısın? Farkında mısın ne çok günah işliyoruz “Allah’ın” sakın yanaşmayın dediği.
Ne çok talan ediyoruz ayetleri?
Kitabı “ne çok” kendimize uyduruyoruz?
Ne çok bahaneler buluyoruz yediğimiz faizlere, zamanında kılmadığımız namazlara.
Ne çok sebebimiz var “yoksullara” yardım etmemek için?
Ne çok kandırıyoruz kedimizi, ne çok yalan söylüyoruz dünyaya tutunmak için?
Evlerimize eşya yığmak için, pahalı arabalara binmek için yoksulların önünde.
Yaz, yaz bitmez, söyle söyle sonu gelmez.
Sahi “şimdi bizim” yediğimiz yasak meyvelerin karşılığı ne olacak?
İşlediğimiz günahların karşılığı ne olarak dönecek bize?
Ne olacak kılmadığımız namazlar, vermediğimiz zekatlar ne olacak?
Uzatmayalım “halimiz pek yaman” böyle gidersek
Bu faizler, bu fuhuş dolu sokaklar, bu eşya dolusu evler canımızı çok acıtacak bizim.
Bu günde bunu söyleyelim dedik. Nasıl sence iyi yaptık mı?
Yoksa “şimdi bunların zamanı mı” diyorsun sende…
Binler selam…Selamlaşmayı yayalım…