Söylenecek olanları “her birimiz” onlarca kez, yüzlerce kez duyduk “camilerde vaaz eden” adamlardan. Kim bilir “kaç kez dinledik” Cuma günü okunan hutbelerden, ya da kaç kez duyduk daha başka adamlardan kimi sohbetlerde.
Hep anlattılar O’nu. Çok –çok anlattılar, kendileri de “aynı eylemi yapıyor gibi” anlattılar. Aç kaldığı zamanlarda “kaç defalar” karnına taş bağladığını da anlattılar hep O’nun.
O’na dair kaç kitap okumuşsak, kaç kitaptan O’nun hayatını okumuşsak, ailesini yaşayışını okumuşsak karşımıza çıkar anlatılacak olan. Yani bütün kitaplar O’nun bu hayatını taşıdı bize. Dendi ki hep “O aç kaldığı zamanlar karnına taş bağlardı.
O- hep O- her daim O.
Hazreti Peygamberden söz ediyorum. Efendimiz Muhammed Mustafa’dan söz ediyorum. Kuranı bize taşıyan, bize anlatan, bize “cenneti, cehennemi tarif eden” bize hayatı öğreten, kulluğu öğreten Muhammed Mustafa’dan söz ediyorum.
Evet, kaç kez duyduk bunları. Ne olacak bir daha duyalım, ve bir daha düşünelim “sahi şimdi biz” O peygamberin ümmeti miyiz diye?
Eşi Hazreti Ayşe anlatır.
Der ki, Hazreti Ayşe: Mekke’den Medine ye geldikten sonra “bir kere bile” üst üste buğday ekmeği ile “karnını doyurmamıştır Muhammed Mustafa. Ya da doymamıştır “hangi şekilde” anlarsanız anlayın.
Ama “bir kere bile” karnını tam doyurarak sofradan kalkmamıştır. Ve bize de aynı şekilde yapmamızı söylemiştir “sakın tıka basa” yemeyin demiştir. O zaman bize düşen O’na uymak değil midir?
Hatta başka bir yerde “başka bir rivayette” Muhammed’in ailesi denir. Yalnız aziz Peygamberin kendisi değil “ailesinin de” üst üste üç gün buğday ekmeği ile karınlarını doyurmamışlardır.
Bu bir masal değil, ne olur anlamaya çalışalım. Muhammedi anlamayanlar “niçin Müslüman olduklarını da” anlayamayacaklardır.
Kainatın sevgilisi Hazreti Muhammed, ve O’nun ailesinden söz ediyoruz. Onların hayatını aktarıyoruz buraya.
Bunu yazmakta bir muradımız var mı? Elbette var.
Diyoruz ki “ey ahali, ey millet, ey Müslümanlar, ey kardeşlerim!” bu ramazan günlerinde, bu oruç günlerinde, çoğumuzun “iftar ve sahur da” tıka basa yediği günlerde “gelin bir daha gözden geçirelim” yaşayışlarımızı. Hayatımızı harcamalarımızı, israf ettiğimiz yiyecekleri, içecekleri “bir daha” gözden geçirelim.
Ne çok yiyoruz sahi?
Geriye dönüp bir bakalım, sağımıza solumuza bir bakalım. Bir kere daha bakalım “yeryüzünde” Müslümanların haline. Ümmetin yarısının aç olduğu bir dünya da “bu kadar çok fazla yemeyelim ne olur?” bilelim ki biz “başkalarının hakkını yiyoruz” böyle çok yemekle.
Zira Allah (C C) “sizin mallarınızda yoksulların hakkı vardır buyurur. İsraf ettiğimiz “her şey” onların hakkıdır.
Unutmayalım biz “üst üste üç gün” buğday ekmeği ile karnı doymayan bir Peygamberin ümmetiyiz. Kendimizi O’na göre ayarlayalım. Yediklerimizin içtiklerimizin O’nun anlayışına uygun olmasına dikkat edelim.
Yoksa boş konuşur, boş söz ederiz. Ve sözlerimizin “hiçbir” etkisi de olmaz muhataplarımıza. Selam olsun hepinize.