Ne demek mi, istiyorum? Hani bizim mahallenin oturanları "bol keseden" bir İslam nizamından, bir İslam devletinden filan bahsediyorlar ya. İçlerinde öyle bir uhde varmış gibi davranıyorlar ya çoğu zaman.
Olur ya bir gün, evet bir gün "artık hak yerini bulmalı diye, artık insanlar arasında adalet olmalı, insanlar arasında hakça paylaşımlar olmalı diye eller havaya kalktığında" o gün işte.
Şimdi yanınızda bulunan "ve haktan söz edenlerin, İslami bir nizamdan, İslami bir devletten söz edenlerin" hiç biri yanınızda kalmayacaktır. Eğer bir gün bu manzara ile karşılaşırsanız, asla hayal kırıklığına uğramayın.
Zira bunun böyle olacağını, geçmiş tarihlerde de, bunun böyle olduğunu hep anlatır Kutsal metinler bize. Musa Peygamberin de, İbrahim Peygamberin de, İsa Peygamberin de, Nuh Peygamberin de "kendi zamanlarında" bunun böyle olduğu anlatılır bize Kuran tarafından.
Hazreti Muhammed uyarılır "bak, bunlar bunlar başına gelirse" üzülme, ve böyle davran diye.
Senden önceki Peygamberlerin başına geldi bunlar denir.
Çünkü bu insanların çoğu iki yüzlüdür, bencildirler, ve içinde yaşadıkları ahalinin kendilerine saygı göstermesini, kendilerini tazim etmesini isterler. Dünyanın her yanında, ve tarihin her devrinde "güç ve sermaye sahipleri" hep böyle davranmışlardır. Onların kendi anlayışlarına göre "onlar efendileridir" içinde yaşadıkları toplumun. Ve bu düşüncede olan insanlar tarihin her döneminde vardırlar, ve çağımızda daha çok vardırlar. Hem de her kesimin içinde, her ırkın her milletin içinde. Her mezhebin her cemaatin içinde. Solcuların içinde de, vardır sağcıların içinde de, ve Müslümanların içinde de.
Ve biz şimdi "daha çok" bu efendilerden söz etmeye çalışıyoruz. Her yerde önde görünmeye çalışan, ahalinin ortasında önde görünmeye çalışan, camilerde önde görünmeye çalışan, merasimlerde önde görünmeye çalışan.
Söyleyelim gitsin. Mesela dini bir nizamdan en çok bunlar söz ederler, İslami bir devletten de. Zira böyle yapmakla kendilerinin "ne çok" samimi olduklarını anlatmaya çalışırlar ahaliye.
Mekke de, Hazreti Muhammed'e vahiy gelmeden önce "bütün Mekke halkında" bir Peygamber gelme beklentisi hep vardı, ve insanlar artık bu konuyu konuşur olmuşlardı.
Ama vahiy Hazreti Muhammed gibi bir yetime gelince "canı sıkıldı" çoğu güç sahiplerinin, servet sahiplerinin canı sıkıldı. Mekke eşrafı denen kimi adamların canı sıkıldı "neden bizden birine gelmedi" vahiy diye.
Zira onların tek ölçüsü servet ve güçtü, ve olması gereken her şey buna göre yapılmalıydı.
Ama işte...Dinin sahibi, insanın sahibi, her şeyin sahibi olan Allah öyle demiyordu. Allah'ın ölçüsü ve isteği Allahçaydı. O kimsenin servetine, gücüne bakmıyor, ve sadece "nasıl bir insan, nasıl bir kul olduğuna" bakıyordu. Sizin en üstün olanınız "en takva sahibi" olanınız diyordu bize.
Yine uzu ettik. Dersek diyeceğimizi "olur ya bir gün, bir gün" artık hak yerini bulmalı, artık adalet üzere davranılmalı bütün insanlara, ve hakça bir paylaşım olmalı diye, eller havaya kalkarsa "bu arkadaşların çoğu" bırakıp gideceklerdir. Zira onların çoğu "taksimattan, ve paylaşmaktan, ve bunlardan söz etmekten" hoşlanmazlar.
Şimdilerde öyle bir şeyin olmayacağını bildikleri için "sadece" konuşurlar, ve bu konuşmalar onları mutlu eder.
Ama asla "asıl gerçekle" yüzleşmek istemezler. Bunu istemedikleri için "şimdi bir yarımız sefalet içinde yaşarken" başka bir yarımız karun gibi yaşıyoruz. Her şey gün gibi meydanda, kıvırmanın da, bir anlamı yok. Daha ötesini başka zaman yazar söyleriz kovulmaz sak...