Evet, ey ahali, ey benim güzel halkım “şimdi bizler-evet bizler” yani bu ülke ahalisi olanlar, ülkenin bütün kurallarına uyanlar, vergilerini verenler, vermedikleri zaman icraya düşenler, hapse düşenler, evi olanlar, olmayanlar, sağcısı solcusu “Tanrıya inananlar, inanmayanlar” camiye gidenler meyhaneye gidenler “yani hepimiz” tam bir asırdır laiklik denen ucubenin “tam tarifini” ne anlama geldiğini, ne demek istediğini, halkın bunu nasıl anlaması gerektiğini “yani laikliğin” tarifini yapamamış, ve bir sürü saçma anlatımlarla geçiştirilmiş “bahtı kara” bir ülkenin çocuklarıyız.
Laiklik sözü ortaya atıldığı günden beri “hiçbir siyasi, hiçbir bilim adamı, hiçbir Cumhurbaşkanı, veya genelkurmay başkanı, anayasa mahkemesi başkanı, veya daha başka söz sahibi olanlar “bu ne olduğu belli olmayan ucubenin” yani laikliğin tarifini yapamamışlardır. Yapar gibi sözler etmişler “ama” ne dediklerini kendileri bile anlamışlardır. Ve günümüzde de aynı saçmalıklar devam etmektedir. Yine kimileri ileri geri konuşmaktadır.
En acı olanı: Hiç konuşmaması gerekenler “konuşmaya” devam etmektedirler en çok.
Laikliği masum göstermek adına dedikleri tek şey “laiklik din ile devlet işlerinin “bir birinden” ayrı olmasıdır. Yani onlar böyle diyorlar, laikliği başımıza bela edenler.
Yani kısacası “onların demeye çalıştığına göre” devlet dinin işlerine, dinin ne dediğine, ne emir buyurduğuna karışmayacak “dinde” devletin işlerine karışmayacak, devletin nasıl yönetiliyor olmasına ses çıkarmayacak. Devletin koyduğu kurallara baş kaldırmayacak, herkes kendi alanında faaliyet gösterecek, çalışacak “böylece” geçinip anlaşıp gidecekler.
Tekrar edelim “bunun böyle olması gerektiğinin” laikliği ülkenin başına bela edenler söylüyorlar, biz demiyoruz “bu böyle” olmalı diye.
Uzaktan bakıldığı zaman “mantıklı gibi görünen bu anlayış” ülke insanın hayatına asla uğramamıştır, ve laiklik hiçbir zaman onların tarifine göre işletilmemiştir ahali üstünde.
Ve laiklik sözü ülke gündemine girdiği günden beri “bu laiklikten” çekmediği acı, görmediği zulüm, uğramadığı haksızlık kalmamıştır.
Laiklik ortaya atıldığı günden beri “bu nemrut anlayış” asla Müslümanların peşini bırakmamıştır, dinin peşini, İslam’ın peşini, İslami yaşamaya çalışan Müslümanların peşini bırakmamış tır.
Öyle ki “Müslüman ahalinin nasıl yaşaması gerektiğine, Müslüman kadınların nasıl giyinmesi gerektiğine, Müslüman öğrencilerin nasıl okula gitmeleri gerektiğine, çocuklarımızın “kaç yaşında Kuran öğrenmesi gerektiğine” hep karışa gelmiştir bu nemrut anlayış.
Camilerde edilecek vaazları, okunacak hutbeleri hazırlayanlar “birinci derecede” laikliğin hatırını gözetmek zorunda kalmışlardır. Yani bir şey söylenirken “önce” bu işe laiklik ne der denmiştir, Allah’ın ne dediğine bakılmamıştır, kimse kusura bakmasın, bunları söylemek durumundayız.
Bu konuda günlerce yazmak gerekli bunu biliyorum. Biliyorum “bizim dediklerimizin çok dikkate alınmayacağını” ama biz yine de birkaç söz edelim.
Şimdilerde birileri “yine” bu konuyu gündeme taşıdığına göre “yeni saçmalıklar” duymaya devam edeceğiz. Kimileri yine dalgasını geçecek bizimle, ve bizi geri zekalı sanmaya devam edecekler.
Son söz kardeşim son söz “bizler tam bir asırdır laikliğin bile tarifinin yapılmadığı, yapılamadığı, her kesin ayrı bir şey söylediği, ve laikliği ihlal etme suçu ile “vatandaşlarını” zindanlara tıkan, ve hala dine karışan, kıyafete karışan camiye karışan, edilen vaaza, okunan hutbeye karışan” bir ülkenin vatandaşlarıyız.
Adımız kimi kere hain, kimi kere gerici, kimi kere cahil, kimi kere sistemin sadık kullarından bir kul işte.
Bu konuda çok uzun yazılmalı biliyorum. Biliyorum bu laiklik meselesi bizim çok canımızı acıttı. Zindanlara girdik, sürgünler yedik, “ama onlar” onlar hala bu laikliğin ne anlama geldiğinin tarifini yapamadılar.
Binler selam hepinize.