Evet öylesine bir yazı bu. İçinde siyaset olmayan, içinde ölüm haberleri olmayan bir yazı. Zalimlerden de söz edecek değiliz bugün. Yorulduk artık, ve onlar hep yine kendi bildiklerini yapıyorlar. Onlar bir tek kendilerini doğru sanmaya devam ediyorlar.
Bir yanı insan, bir yanı hüzün, bir yanı aşk. Aşksız insan mı olur, aşk sevmektir, aşk kainatın bütün zerrelerini duymak ve işitmektir. Aşk kadını olması gereken yerde bilmektir. Adem Peygamberin "300 yıl peşinden gittiği Havva’yı anlatanlar" bugün kadın deyince "köle edinmek" geliyor akıllarına.
Uzatmadan diyelim sözlerimizi. Farz edin bir Havva’ya söylendiğini, olamaz mı. Havva olmadan Adem mi olur? Sahi ne oldu bize ey erkek milleti? Bizi böyle kim canavar kıldı da "ülkemizde her gün" onlarca kadın öldürülüyor pisi pisine. Bu bir canavarlık değil de nedir? Bunu kitabın neresine uyduracağız, dinin neresine koyacağız?
Şimdi gecenin bu vaktinde, sen oralarda bir yerde "kim bilir belki, bir başkasını düşünürken" olsun dedim, bu savaş, bu ölüm bu hainlik günlerinde "böyle şeyler olur dedim" üşenmedim biliyor musun, gidip denizin en kıyısına adını yazdım.
Ellerinin resmini çizdim kendimce. Mavi bir gök yüzü koydum avuçlarına,sonra birkaç kurumuş gül yaprağı dudaklarına. Saçlarınla oynadım. Öptüm saçlarından.Uzun uzun gözlerine baktım. Yağmur rengindeydi gözlerin. Gözlerin gözlerime yakındı. Sevda bu ya. Yanımda gibi düşündüm seni. Konuştum, uzun uzun konuştum seninle. Uzun uzun şiirler okudum. Annemi anlattım sana. Nasıl dualar ettiğini anlattım.
Çocukluğumu anlattım.ilk şiirimi ne zaman yazdığımı anlatımı, ilk namaza ne zaman başladığımı anlattım. Dedemin elimden tutup camiye götürüşünü anlattım. Bana bir daha şiir okur musun dedin, okudum. Gece işte, deniz işte, ve kıyılara vuran dalgaların sesi. Sonra "ay olanca güzelliği ile" üstümüzde. Gök yüzü anne eli değmiş bir çarşaf gibi. Ama gök yüzü bu,denize düşecekmiş gibi, ya da bir yanı denizin içinde gibi işte. Oysa benim ayımda, denizimde sendin.
Oysa benim var olan ışığım sendin. Sendin benim ekmeğim aşım bu savaş günlerinde. Elleri gül kokan kadınım da sendin, Peşinden geldiğim Havva da...
Dünya karanlıktı,dünyada savaştan başka bir şey yoktu. Ve zalimler hep savaştan ve ölümden söz ediyorlardı. Ve ben senin ışığınla yürüyen bir adamdım bu karanlık günlerde. Ama İbrahim kadar yalnız, Musa kadar yalnız. Sonra gözlerine baktım, ellerini tuttum. Hazreti Hatice'den söz ettim.
Kalbinin ne çok büyük oluşundan, ve Muhammed'e (SAV) nasıl sevdalandığından filan anlattım. Ellerin ellerimdeydi "yağmur yağsaydı" benimle ıslanır mısın?" dedim... Elbete dedin sokuldun. Gecenin koynuna sokulur gibi, bir kuşun yuvasına sokulması gibi işte. Sabah kuşları güzelim, sabah kuşları ne güzel.
Ben kalabalıkları sevmem dedin "neden" dedin ise. Dağlara gitmekten söz ettik, ya da çok uzaklara. Bir ara bir ceylan derisinden söz ettin sen, ellerimi tuttun. Sen de tut ki, aşk olsun dedin. Sabah erken oldu "daha uzun anlatamadım" anlatacaklarımı. Ama bir gün gelirsen "olur ya gelirsen bir gün" ben geldim dersen, sana geldim dersen, ya da başka şeyler.
Kim bilir ne çok şey anlatırım sana,ne çok şiir okurum "içinde insan olan" içinde çocuklar olan, ve kuşlar olan içinde, biraz yağmur olan... Biliyor musun "ben yağmuru en çok" senin saçlarında sevdim,bir de ağaçların yapraklarına dokunurken, ve de camlara. Bir gün gelirsen çok şey anlatırım kim bilir.
İçinde umut olan, sevda olan ve aşk olan. Ve de dünya dolusu yeni söz ederim sana.