Kabul etmek zor da olsa, kabul edelim fena utanmazları olduk çağın, yaşadığımız şehirlerin... Utanmaz adamlar, utanmaz kadınlar, utanmaz yetkililer, utanmaz idareciler olduk işte...
Kendimizi sorumlu tutmazsak, kendimizi temize çıkarırsak "hiç bir kıymeti olmaz" söylenecek sözlerin...Her birimiz boşluğa konuşmuş oluruz o zaman... Ne yazık çoğu zaman öyle yaparak geldik bu günlere...Öyle yaparak daha çok büyüttük yaralı yanlarımızı, şehirlerin sokakların yaralı yanlarını...
Ne olursun İbrahim,anlamaya çalışalım birbirimizi, bir birimizi dinlemeye çalışalım, ve birbirimizin hakkına hukukuna saygılı olalım...Hayatın her alanında olduğu gibi "şehirlerimizde de, şehirlerimizin inşa edilmesinde, sokak ve caddelerin kullanılışında da "bu soylu anlayışı" unuttuk, ve yine birileri "her yer bana ait" der gibi yapıyorlar...
Ve kabul edilmez davranışı "en çok" varlıklı dediğimiz kişiler yapıyorlar, onlar her daim güçlerini ve servetlerini paralarını kutsayarak ve önde görünmek sevdasıyla" şehir ahalisinin hakkını hukukunu çiğnemekte bir beis görmüyorlar...Burası çok uzun mesele, burası zor mesele, çünkü şehri idare edenler de, onların bu davranışlarını görmezden geliyorlar...
Mesela bir seyyar satıcının tezgahını elinden alan zabıta memurlar "o efendilere" hiç birşey diyemiyorlar, bu araba bu yolun içine böyle konmamalı, diyemiyorlar... Ah İbrahim, söylenecek ne çok söz var bir bilsen "NEYSE" şimdilik geçelim burasını...
Nazımın ne dediğine gelirsek...
Nazım bu, derse iyi der bir sözü...Karanlığı aydınlatır gibi, uzaklardan bir yerlerden gelir gibi "nehirler nasıl akarsa öyle güzel der" kimi sözleri...Bundandır hep sevilmiştir Nazım, ben sevdim mesela...Sevmeyenlerin bahanesine aldırma sen, onlar iki sözü bir araya getiremeyen, zavallılar aslında... Ne şiirden anlarlar, ne aşktan, ne sevdadan, ne de şehrin dilinden...
Hani demiş ya, Nazım "şehir annemizin yüzüne benzer" diye...Aslında öyle güzel olmalı değil mi, idi şehirlerimiz...Ama bu gün şehirlerin yüzüne bakılacak gibi değil...Mimarimiz bir fecaat, bir cehennem görüntüsü içinde...Mimarlarımız, mimar odalarımız "şehir dışında şehirlerin güzel olması dışında" her şeye karışıyorlar, devletin bütün işlerine karışıyorlar, dinin bütün dediklerine yorumlar getiriyorlar, yani şehir diye bir kaygıları yok...
Gelin biz şehirlerimizin yüzünün gülmesi için, aydınlık olması için yeni sözler edelim, yeni eylemler yapalım... Yeniden yola koyulalım şehirlerimizin gerçek şehir olması için... Şehrin karşısına Antalya diye yazalım, İstanbul diye yazalım, Ankara diye, İzmir Konya veya Diyarbakır diye yazalım...
Annemizin yüzü kadar güzel olsun isteyelim...Talancıları uyaralım, yetkilileri uyaralım, mimarları mimar odalarını uyaralım... Şehrin müftüsünü uyaralım mesela, ahaliye şehirden söz etsin... Şehirleri boğmayın, şehirleri talan etmeyin desin, kime denecekse...
Sahi ne yaptık biz, bu şehirleri ne hale getirdik, nasıl kirlettik, nasıl yaşanmaz kıldık, nasıl ağaçsız topraksız bıraktık, böyle diye endişelerimiz kaygılarımız olsun...Şehir, şehirlerin dağları denizleri "kutsal bir mirastır" yarınlara bırakılması gereken...
Yolunuz hep aydınlık olsun,ışık olsun sözleriniz...