İslam adına, din adına “içimizde biriktirdiğimiz” veya aklımıza takılan bazı soruları cevabını bulmak adına “yeni sorular soralım” kendimize. Bu soruların cevabını bulursak “umarım” daha iyi anlarız bir birimizi. Daha bir kardeşlik şuurunu geliştirir, ve bir birimizi üzmemiş oluruz, kırmamış oluruz.
Bilirsek kimi şeyleri “kitaba uygun olarak, İslam’ı anlarsak” birilerinin dolduruşuna gelmemiş oluruz, asıl meselemiz olan İslam adına. Oyun ve menfaat peşinde olanların, dini kendi çıkarları için kullananların, dua pazarlayanların, zikir pazarlayanların “hain tezgahlarına” gelmemiş oluruz.
Hani “din adına İslam adına” bizim yazdıklarımız söylediklerimiz “kimi kardeşlerin canını sıkıyor ya” bunları nereden çıkarıyorsun diyorlar ya, bize “işte buradan” o itiraz sahiplerinin söylemiş olduklarından “bir yerlere varmak, ve bazı şeyleri siz okuyucularımla paylaşmak için” böyle söyledim, söylemeyi becerebildiysem eğer?
Kimi arkadaşlara göre “sanki biz” birileri ile kavga ediyoruz, veya hep olumsuz davranışlar içinde oluyoruz “yine birileri” hakkında yazmak, veya eleştirmek için. Asla böyle bir şey yapmak değil muradımız.
Konuşa konuşa, yaza yaza “gerçek doğruya” varmak bütün gayretimiz. Bundan diyoruz “gelin” bir birimize yakın olalım diye. Onun için “gelin konuşalım” diyoruz, gelin eldeki bilgilerimizin “doğru veya yanlış olduğuna bir daha bakalım” diyoruz, hepsi bu günahlarımızın, eğer bunları demek günahsa?
Farkında olalım artık “içinde yaşadığımız ülkede” insanların yarısından fazlası” bize bühtan ediyorlar, kırılıyorlar, ve soruyorlar “sahi bu nasıl bir Müslümanlık?” diye.
Bu nasıl iman etmek diye.
Bu nasıl kardeşlik diye
Bu mudur kitabı bilmek diye, kitap üzere amel etmek diye.
Haksızlar mı sizce?
Bu nasıl bir adaletsizlik, bu nasıl bir kardeşlik, bu nasıl insanı inşa ve ihya etme hali ki? “insanların çoğu” bize buğz ediyorlar. Müslümanlıklarımızı imanımızı ve yaşam biçimimizi sorguluyorlar.
Onlar öyle yapıyorlar diye, bizim onlara “yani Müslümanların” siz bizim hayatımıza yaşantımıza, yediklerimize içtiklerimize, oturduğumuz evlerin büyüklüğüne, lüks oluşuna, bindiğimiz arabaların pahalı oluşuna “söz etmeye” hakkınız yok diyemeyiz.
Bilmek durumundayız ki “ben Müslümanlardanım diyen bir kimse” hayatının her alanından, yaptığı her işten sorumludur hem Allah’a, hem de başka insanlara. Yoksullara yetimlere ekmeği olmayanlara karşı sorumludur gücünün yettiğince. Başka canlılara karşı sorumludur.
Gelin şimdi on beş asır geriye gidelim. Medine ye, Muhammed Mustafa’nın yaşadığı kente, sahabenin kentine.
Çok uzaklardan bir bedevinin geldiğini düşünün Medine’ye “Muhammed Mustafa’yı” görmeye.
Kimseye sormasın Peygamberin evini. Ve sonra bir baştan girsin, bir baştan çıksın şehirden, bütün sokaklarını dolaşsın Medine’nin ya da.
Bu adam kimseye sormadan “bak bu Muhammed’in evidir diyebilir miydi, bir ev için? Yani “Peygamberin evi” ötekilerden daha zengin mi görünüyordu, daha lüks mü görünüyordu o zamanlar? Veya evin bahçesinden çardağından, pencerelerin perdesinden bellimi idi, Peygamberin evi?
Kime sorarsanız sorun hayır. Peygamberimiz ashabından farklı yaşayan biri değildi. Başka insanlardan farklı yiyen, farklı giyinen çok yiyen biri değildi. Hatta en iktisat içinde yaşayandı, en az yiyendi o toplumun içinde. Paylaşandı O, Medin de kaç yetim varsa bilendi.
Soruyu tekrarlarsak “Hayatlarımız Peygambere benzemezse, düşüncemiz Ona benzemezse, evlerimiz Onun evine benzemezse “yolumuz imanımız nasıl benzer” sizce. Bize Muhammedi anlatanlar Muhammed gibi yaşamaya razı olmuyorlar itirazımız bunadır sadece. Yoksa “bize ne” kimin ne halt ettiğinden?
Kendimizi kandırmayalım, bir birimizi kandırmayalım, ve çocuklara yalan söylemeyelim diyorum. Daha ne deseydik? İyi mi yapıyorsunuz deseydik?
Anlatamadıklarımı siz anlayın. Teşekkür ederim.