Ali bu der mi der. Ali der, demiş işte. O Ali ki Mekke'de, Peygamberin yatağına korkusuzca yatan yiğit. Ali bu, yapılması gereken bütün yiğitlikleri yapan adam.
Hani sevgili Peygamberimize (sav) Mekke'yi yaşanmaz kılmışlardı ya müşrikler. Hani Mekke'nin önde gelen zalimleri Muhammed'in ölmesi gerekir diye karar almışlardı ya. Ve sonra Muhammed Mustafa (sav) yol arkadaşı "Ebu-Bekir (r.a.) ile Medine'ye yola çıkmadan önce Ali’ye kendi yatağına yatmasını emir buyurmuştu/da Ali tereddütsüz Peygamberi yatağına yatmayı kabul etmişti.
Zira kendisine Muhammedül Emin denile Muhammed'de kendisine bırakılmış emanetler vardı. İşte Ali bu Emanetleri sahiplerine teslim edecekti. Burada bir iki dakika düşünelim. Düşünelim ve kendi kendimize soralım "bu emanetlerin Muhammed de ne işi var?" diye.
Çünkü O Muhammed kendisine Peygamberlik verilmeden önce de Emin insandı, güvenilir insandı. Bundandır Mekkeliler kendileri saklayamadıkları kıymetli eşyalarını Muhammed Mustafa ya emanet bırakıyorlardı. Ali bu emanetleri sahiplerine verecekti Ali böyle bir yiğitti
İşte bu Ali Peygambere damat Hazreti Fatıma gibi bir sultana koca olmuş bu Ali söylüyordu aşağıdaki sözleri. Birlikte dinleyelim Aliyi o zaman. Eğer diyor Ali. Eğer isteseydim, ben de balın safını, buğdayın halisini yemeye, ipek elbise giyinmeye yol bulabilirdim. İsteseydim yapabilirdim bunu. Fakat heyhat! Hicaz’da veya Yemame’de "bir ekmek" bile bulamayan, tokluk, doyumluluk nedir bilmeyen nice fakirler varken; nefsimin beni yenmesi, lezzetli yemekler yemeye götürmesi nasıl mümkün olabilir? Ben bunu nasıl yapabilir, nasıl düşünebilirim?
Çevremde aç karınlar, susuzluktan yanmış ciğerler varken, geceyi nasıl tok olarak geçirebilirim? Fatıma buna razı olur mu? Muhammed Mustafa'ya (sav) ne derim sonra? Ben şairin dediği şu duruma nasıl düşebilirim ki: 'Çevrende tabaklanmış deriye hasret olanlar, ciğeri yanmışlar varken "karnı tok" olarak yatman sana dert olarak yeter.
Ben, sadece bana mü'minlerin emiri demeleriyle iktifa edip zamanın zorluklarında onlarla ortak olmayacak mıyım? Yaşantılarının sıkıntılarında onlara örnek olmayacak mıyım?
Ben, derdi-tasası "sadece yiyeceği içeceği düşünen "bir kendinini düşünen" başı bunlara bağlı olan,veya işi gücü çöplükler arasında yiyecek aramak olan başı boş bir hayvan gibi, sadece temiz şeyleri tüketmekle meşgul olmak için yaratılmamışım.
Hz. Muhammed (sav) bana ne der sonra? Peygamberin kızı olan eşim Fatıma ne der? Allah ne der "ben" böyle yaparsam?
Şimdi bu oruç günlerinde "neden" naklettik bunları? Naklettik çünkü: Müslümanlardan olan bizler, ramazan geldi diye, oruç geldi diye "sevinen bizler de" aynı düşüncenin sahipleri olmalıyız da ondan. Ne çok imkanımız bile olsa "bunları yerken içerken" bunları yiyemeyen, bunları bulamayan insanların varlığını asla unutmamalıyız.
Onun için aziz kardeşim: Özellikle bu ramazan günlerinde, bu oruç günlerinde "imkanı olmayanları, gücü olmayanları, sofrası boş olan insanları, tenceresi kaynamayan insanların "şiddetle" peşinde olalım. Arayıp bulalım onları. Çevremize bakıp "onlardan buralar da yok" diyerek kendimizi bir kenara çekmeyelim.
Bilelim ki, Allah'ın rızasının nerede olduğunu bilen değiliz. Yine o rıza "senin aramadığın" o yerdedir. Oruçlarınızı oruç kılsın Rabbimiz. Oruçlarınızı kabul etsin. Yol arkadaşınız olsun oruçlarınız.