Bu ramazan, bu oruç günlerinde “kendimiz için” insafa gelip, kendimize merhamet edip “ve kendimizi kandırmadan, kendimize yalan söylemeden” böyle bir soru “hatta” sorular sormalıyız her birimiz kendimizi tanımak adına, kendimize yeniden yön vermek, kendimizi sığaya çekmek adına.
Ve demeliyiz “ey kalbim, söyle!” bu nasıl iman etmek böyle? Diye sormalıyız. Sormalıyız kardeşim, kendimizle yüzleşmeliyiz, bilmeliyiz bu üç günlük dünya da çok yanlışlar yaptığımızı, çok günahlar işlediğimizi, çok yalanlar söylediğimizi.
Sahi “şimdi sen” hiç yalan söylemedin mi birine? Arkadaşına eşine “hiç” yalan söylemedin mi? Yalan söylemedin mi alış verişinde, ticaretinde yalansız bir adam mısın sahi?
Yapma, kandırma kendini. Kandıranlar “hep” kaybedenlerden oldular hem bu dünya da, hem de öteki dünya da. Kandırmak yalan söylemeye alışmaktır. Ne kendini kandır, ne de başkalarını. İnsan yalansız olduğu zaman insandır. Müslüman yalandan uzak kalırsa Müslüman kalır. Zira Müslüman “yalan söylemez” der aziz Peygamber Hazreti Muhammed, bu sözü nasıl anlamamız gerekiyor hele bir düşün.
Asla yalan söyleme ev halkına. Eşine ve çocuklarına yalan söyleme “evinin” bereketi gider. Yalan bütün bereketleri hayırları iyilikleri süpürüp giden karanlık bir fırtınadır unutma.
Neden mi soralım “o soruyu” kendimize?
Dur anlatayım “sonra sen de anlat” daha başkalarına. De ki “kardeş!” galiba biz yanlış yoldayız, de. Deki o da düşünsün, de “yanlış işleri varsa, yalan işleri varsa” onları düzeltsin, kime demişsen.
Biz değil miyiz “Allah bize şahdamarımızdan bile daha yakın” diye söyleyen? Ve bunun böyle olduğuna iman eden biz değil miyiz? Hep demiyor muyuz Allah “her yerde” bizi görendir, gözetendir, yaptıklarımızı kayıt altına aldırandır, diye.
Biz “yani Müslümanlar” değil miyiz Allah’ın bizim yaptığımız en küçük işleri bile gördüğünü söylenen, ve buna böyle inanan?
Yeryüzünde yaptığımız “iyi ve kötü” eylemlerimizin kaydının tutulduğunu çocuklarımıza anlatan bizler “yani Müslümanlar” değil mi?
En büyük günahlarımızı gördüğü gibi, en küçük günahlarımızı da gören.
İşlediğimiz büyük küçük suçları gören.
Söylediğimiz yalanları duyan bilen.
Başkalarını nasıl kandırdığımızı gören ve bilen.
İşlerimizde yaptığımız hileleri gören ve bilen.
Yani her zaman “en yakınımızda olan” Allah değil mi bize göre? Biz böyle iman etmiyor muyuz?
Öyleyse bu nasıl iman etme böyle? Allah’ın en yakınımızda olduğuna inandığımız halde, her daim bizi gözetlediğine inandığımız halde.
Sahi nasıl Onun sevmediği, Onun yasakladığı işleri yapan kullar olduk böyle?
Neden imanımızı ciddiye almıyoruz? Neden sözümüzde durmuyoruz? Söz vermedik Allah’a yanlış işler yapmayacağımıza dair?
Her rekat namazda “bizi doğru yola ilet Allah’ım!” diye dua eden yeni isteklerde bulunan bizler değil miyiz?
O zaman ne bu cehalet? Bu karanlıklar, bu faiz hesapları, bu zina oyunları ne?
Başkalarına yaptığımız haksızlıklar, komşularımıza yaptığımız kötülükler ne o zaman?
Neden yalansız bir işimiz olmuyor? Neden yalan söylemek durumundasın bir mal satarken?
Neden yoksulları görmezden, bilmezden geliyoruz? Neden sofralarımızda bir yoksul, bir miskin, bir muhacir yok? Olması gerekmiyor mu?
Fazla zalim değil miyiz kendimize? Evlerimizi “fazla” modern ve eşya deposu yapmadık mı?
Kısacası “biliyor muyuz?” her saniye Allah’ın bizim gözetlediğini?
Elbette biliyoruz “o zaman” neden O bizi gözetlemiyor gibi davranıyoruz?
Sahi yapmıyor muyuz bunu. Allah’ın bizi görüp gözetlediğini “unutmuyor muyuz” kimi zamanlar?
Çağın karanlığı bizi çok kirletti. Ve biz kendimizi çok kandırır olduk. O hale geldik ki “Allah’ın başka işi mi yok ki” bizi görüp gözetlesin der hale geldik.
Ama yanılıyoruz. Ama kendimize bile yeniliyoruz.
Ve yavaş, yavaş cehenneme doğru gidiyoruz farkında olmadan.
Gelin kendimize “bir yiğitlik yapalım” ve yine kendimize “böyle iki yüzlü iman etmek olmaz!” diye yeniden iman edelim, yeniden inşa edelim kendimizi…Selamlar…