Adımızın karşısına Müslüman yazılanlardandık. Yani iyi adamlarıydık yeryüzünün "sözde" kendimizce. Hatta ülkenin iyi adamlarıydık, öyle sandık hep kendimizi. İmanımız vardı, ve çok kitaptan söz ediyorduk.
Her daim söyledik durduk "Hazreti Muhammed’i (sav) çok seviyoruz" diye. Hem de, çok fazla dedik, bizimle birlikte yanımızdakiler de dediler. Onlar da "çok sevdiklerini" söyleyip durdular, çok sözler ettiler bu konuda.
Kandil gecelerinde ne çok kutladık bir birimizi "kandiliniz mübarek olsun" diye,ne çok iki yüzlü tavırlar sergiledik "yine" bir birimize.
Oysa bizler "yeni insanı ülkeni, ve yeni Müslümanlar" hayata karşı çok mahcuptuk, ama bilenlerden olmadık mahcuplardan olduğumuzu.
Hayat bizim anladığımız,ve bizim yaşadığımız, çocuklarımıza anlattığımız değildi aslında. Böyle bir hayatı "ne iman ettiğimiz kitap, ne de çok sevdiğimizi söylediğimiz Muhammed Mustafa (sav) onaylıyordu.
Hem kitap, hem de Muhammed Mustafa (sav) "bize" başka bir hayattan söz ediyordu. İçinde yalan olmayan, içinde kir olmayan, içinde hainlik olmayan, ihanet olmayan, karanlık işler olmayan,merhametsizlik olmayan bir hayattı.
Kim ne derse desin, kendini nasıl savunursa savunsun, hangi bahaneye sığınırsa sığınsın "bizler" o hayatı ret edenlerden olduk, "böyle hayat mı olur?"diyenlerden. Biraz kitaptan, biraz Muhammed’i (sav) bir hayattan uzak olmayı iş sananlardan. Yoksa yanlış şeyler mi söylüyorum?
Ve yaşıyor olduğumuz, veya yaşadığımızı sandığımız hayatın içine "her türlü" pisliği koyduk, her türlü yalanı, her türlü hileyi koyduk. Dünya dolusu sorumsuzluk,evler dolusu kirlenme, sokaklar dolusu merhametsizlik koyduk "hayran olduğumuz" hayatın içine.
Allah neyi yasak kılmışsa, neyi yapmayın diye bizi ikaz etmişse "onların her birini" hayatımızın yaması yaptık. Artık faizin günah oluşu kimseyi rahatsız etmez oldu. Zinanın "çirkin bir iş olması" kimsenin umurunda değil, ve sokaklarımız "birer yıkıntı yeri" çocuklarımız için, birer ahlaksızlık sığınağı, öyle değil mi?
Soralım kendimize "sahi bu ne iştir?" bu nasıl bir iman etmektir, nasıl bir cennete talip olmaktır.
Hani "Anadolu’da" utanmazlık diye bir erdemden söz edilir ya. Şimdi, biz o erdemin bile dikişlerini söktük, çırılçıplak kaldık yaşadığımız kentlerin caddelerinde.
Evet ülkemizin çocuklarına, kendi çocuklarımıza, ve yeryüzü çocuklarına mahçup olduk, çok mahçup olduk. Zira onlara hayırlı ve iyi bir dünya, iyi bir ülke, iyi bir kent, iyi bir sokak bırakamıyoruz, varsın "birileri" çok iyi şeyler olduğunu söyleye dursun. Bu dünya, bu ülke bir cehennem alanı çocuklar için.
Çocuklar umutsuz.Çocuklar yarınsız.Çocuklar kitapsız.Çocuklar parksız,oyuncaksız.Çocuklar dinsiz, imansız "şimdi" sokaklarda. Çocuklarımız sahipsiz "ve bir sonbahar mevsim" çocuklarımız için.
Evinize taşıdığınız televizyonlar birer ateş yığını "ne çok yaktığını" bile saklayacak kadar mahir. Çok yenildik be kardeşim, çok yanlış yollara girdik, kendimize biraz dünyalık edinmek adına. Çok yanlış yaptık "en azından" ben böyle düşünüyorum.
Kuşlara karşı çok mahçubuz, çok günah işlek kuşlara karşı. Ne yaşayacakları ağaçları bıraktık, ne yuvalarını yapacak taşları. Tarumar ettik, yıktık yaktık, yok ettik bütün güzellikleri. Kocaman-kocaman evler yapalım diye bahçelerin, ekinlerin, ekin tarlalarının bağrına kazmalar sapladık. Sapladık ta ne oldu, ne yani çok mu kalacağız dünya da "daha büyük" evlerde oturusak. Yazık ettik yarınlarına kentlerin, çocukların yarınlarına yazık ettik. Yazık ettik kuşsuz bıraktık dağları bahçeleri ağaçları.
Oysa kuşlar "her sabah" bizden önce Allah bir, Allah bir diye zikir yapan ayetlerdi.
Alın size bir soru. Bunun böyle olduğunu "kaç vaiz hocası, kaç imam arkadaş,kaç konuşan adam" söyledi size?
Anladınız mı şimdi "adımızın" neden haine çıktığını?