Evet bir zamanlar “yani yarım asır önce, yirmi sene önce, otuz sene önce, veya daha sonraları, hatta şimdilerde bile” bir Müslüman “evet bir Müslüman” gerçekten iman etmiş, ve gerçekten inanmış biriyse dediler “işte o kişi” yeryüzünün neresinde bir Müslümanın canı acıyorsa, yeryüzünün neresinde, bir Müslümanın ayağı kanıyorsa, dünyanın neresinde biri aç kalmışsa, açık kalmışsa, işkenceye uğramışsa “ yine şimdilerde olduğu gibi” sürgün yemişse, ölümlere yatmak zorunda kalmışsa denizlerde çocuklarıyla birlikte.
İşte Müslüman o ki, bütün bu acıları “başka kardeşlerinin çektikleri sıkıntıları, çektikleri yoksul hayatları, var olan yaralarını, evsiz oluşlarını, sığınaksız oluşlarını, aç kalmalarını, susuz kalmalarını, yurtsuz kalmalarını, vatansız kalmalarını “kendine dert edinen, onların acılarını kalbinde duyan, ve hisseden” adamın adıdır Müslüman.
Odur Müslüman “kardeşlerinin acısını, derdini sıkıntısını” taşır her daim yüreğinde.
Zeytin ağaçları üstüne yemin olsun, birleri “yıllarca” bize bunu söylediler, vaaz edenler aynı sözü ettiler, hutbe okuyanlar da aynı şeylerden bahsettiler. Kandil günlerinde kentin müftüsü de aynı sözleri etti insanlara.
Bazı dergahlarda, bazı toplantılarda, kimi ağabey denen adamlar “hep” böyle anlatıp durdular. Kimi kitapların içi “hep aynı sözlerle” doluydu. Pazar iyiydi, Pazar iyi rant getiriyordu, Pazar itibar edinme yeriydi, ve itibar kazanma zamanı idi zaman.
Ve bize onlara inanmak düştü. İnandık ta “ve çok sevdik” böyle diyen adamları, kim olduklarına bakmadan.
Ve sonra bir zaman geldi “yani şimdiki zaman” diye kabul edin siz.
Aynı adamlar, aynı büyükler, aynı ağabeyler, yani hepsi “evet hepsi” daha başka bir adamlar olup çıktılar. Bir kendilerini düşünür oldular, yeni evler yeni arabalar yeni işler peşinde koşturur oldular. Yani çoğu “hepimizin lanet okuduğu” kapitalizmin saygın elamanlarından oldular.
Şimdi ben böyle diyorum ya “size göre” öyle olmadılar mı. Hepsi hatırlı kişi, zengin kişi servet sahibi kişi, müteahhit filan işte.
Ve daha sonra “şimdi ki zaman diyelim biz buna” aynı şeyleri biz söyledik diye, aynı duyarlılıktan söz ediyoruz diye “EYİNSANLAR” yaşadığınız sokaklarda açlar varsa “onlardan” sorumlusunuz dedik diye, mahallenizdeki yetimlerden sorumlusunuz dedik diye, evsiz insanlardan, ekmeksiz kalmış sofralardan “gücünüzün yettiğinden” sorumlusunuz, yazılarımızda şiirlerimizde bunları dile getiriyoruz diye “aynı kişiler” bizlere kızmaya başladılar şimdilerde. Ama olsun, olsun be kardeşim. Hepimiz bu dünyanın öteki tarafının da olduğunu söylemiyor muyuz, işte o gün. Neyse ötesini söylemeyelim.
Nedense, neden canları sıkılıyorsa, neden kızıyorlarsa.
Nedir “iki de bir” yoksulluklardan yoksullardan söz edişiniz dediler
Neden durmadan “fakirlik edebiyatı yapıyorsunuz?” dediler.
Sen başka bir şey bilmez misin? Dediler.
Kuranı “bir sen mi biliyorsun?” diyenler oldu kimi zamanlar.
Dünyanın “bir yerlerinde aç insanlar varsa” biz ne yapabiliriz? dediler. Demekle kalmadılar “hem bize ne” bütün bunlardan dediler. Herkesin bir kaderi vardır “bu da” onların kaderi dediler. Ve bizi kader konusunda cahil olmakla suçladılar.
Bize ne dediler “şehrin kimi yerlerinde” aç insan varsa.
Bize ne “adam evine ekmek götüremiyorsa” dediler kimi zamanlar.
Çocuklarına “ayakkabı alamıyorsa” bize ne dediler
Ben “arabamım taksitini ödeyemiyorum” diyor birisi.
Param olsa “yaylaya ev yaptıracağım” diyor başka birisi.
Kızına araba alacakmış “bir başka” birisi.
Birisi hanımla umreye gidecekmiş bu sene.
Onlarca bahane, onlarca neden, ve onlarca fetva işte.
Vallahi kimseye bir şey dediğimiz de yok. Kimseye “sen neredesin?” diye de sorduğumuz yok. Herkes işine gücüne baksın.
Bir delilik işte “biz yapıyoruz, yapmaya devam ediyoruz” her zaman, gece gündüz.
Demeye devam ediyoruz “aç kalmış kuşların hakkı var” sofranızda diye.
Martıların, serçe kuşlarının işte.
Aç insanların, evsiz kalmış yurtsuz kalmış insanların, sürgün yemiş insanların hakkı var.
Hakkı var miskinlerin, yaşlı ve kimsesiz kadınların, yetim kalmış çocukların, dul kalmış kadınların.
Var işte. Olmayanın hakkı var olanın sofrasında.
Çünkü bütün kutsal metinler “bunun böyle olduğunu” söyledi bize.
Musa Peygamber böyle söyledi.
İsa Peygamber böyle söyledi.
İbrahim Peygamber böyle söyledi.
Ve Hazreti Muhammed “hep” böyle söyledi bize. Bir birinizi sevin dedi. Bir birinize sahip çıkın dedi. Biriniz açken başka biriniz çok yemesin dedi.
Dediler.
Çok dediler. Ve demeye devam ediyorlar “kulaklarımız” duyuyorsa.
Daha nasıl diyelim, daha nasıl anlatalım?
Denmiyor mu bize? Müslümanlar kardeşlerdir, diye. Hiçbir kardeş “başka bir kardeşin”” sıkıntısından haberdar olmaz mı?
Ya insanlık! Ya insan! Nasıl izah edilir kalbinde başkalarına dair sevgi ve acı yoksa?