Yeryüzünde bütün insanlar bir koşuşturma içindeler. Koşuşturma içinde insan dünyanın her yerinde. Sen durmadan koşturanlardansın, nereye neden koşturduğunu bilmeden. Ne çok koşuşturuyoruz aslında. Ayaklarından eskiyor zamanın insanı koşuşturmaktan.
Zenginler ayrı, yoksullar ayrı koşuşturma içindeler yine dünyanın her yerinde. Hani diyeceğim dünyanın her yerinde varsıl insanlar ile, yoksul insanlar arasında hep aşılmaz duvarlar vardır. Ve varsıl insanlar bu duvarların olmasını isterler hep. Zira onlar fakirleri yoksulları sevmekten, onlar ile aynı sokakta aynı mahallede olmaktan hep utanmışlardır.
Bundan dolayı bizim mahallede “biraz zengin olanlar” önce mahalleyi değiştirirler. Bakın sağınıza solunuza “bu hep” böyle olmuştur. Müslüman kesimin insanları da “aynı” yolu denemişler, ve ilk olarak yaşadıkları eski mahallesini terk etmişler “sonra” çevresinde bulunan eski arkadaşlarını.
Yani “çağın servet sahipleri” kimlerden olursa olsun, hangi mezhepten, olursa olsun, hangi cemaate mensup olursa olsun “itibarın” servetle elde edileceğine inanıyor. Öyle inanıyor ki “paran varsa, servetin varsa” bütün kötü işleri, bütün ahlaksızlıkları bütün fahiş işleri yapabilir sanıyorlar.
Bu inanmanın sonudur ki “bu gün Müslüman zenginler” Rabbin men ettiği, yasak kıldığı her işi yapmakta, her günahı işlemekte bir mahzur görmüyorlar. Ve bunu yapabilmek adına kendilerince fetvalar çıkış yolları buluyorlar.
Koşmak dedik ya hani koşmak.
Aslında “en çok” koşarken yoruluyor çağın insanı. Müslüman ahali de öyle, onlarda “en çok” koşarken yoruluyorlar. Dünyanın sonsuz olduğunu sanıyorlar onlarda.
Kıyamet gününün gelmeyeceğini sanıyorlar sanki. Yoksa bu kadar sevdalanırlar mıydı dünyaya.
Ne var ki “yorulduğunu bilen insan” koşuşturduğunu bilmiyor, zamanı nasıl harcadığını da. O yaşadığını yediğini içtiğini seviştiğini sabah kahvaltısı yaptığını sanıyor çoğu zaman. Arada sırada “çok yoruldum” diyor hepsi bu. Evet ölüme bile koşarken yorulur insan. Ama bilinen bir gerçek ki “bu koşunun” kaybedeni yok hiçbir zaman. Bir gün, evet bir gün ölümün yakasına tutunup “ben geldim” diyor insan. Ölüm değil gelen “insandır” ölümün ayağına giden, hem de koşa, koşa.
Evet, zamanı “nasıl ve nerde” harcadığından hesaba çekilecek insan hesap gününde.
Zamanını “nerede ne şekilde harcadın” denecek.
Öyle diyor “Kainat Peygamberi” Hazreti Muhammed.
Sahi zamanını nerede, ne şekilde harcıyor günümüz insanı sizce? Mesela sen zamanını “en çok” nerede harcıyorsun? Veya Rabbine ne kadar zaman ayırıyorsun? İslam’ın men ettiği yerlerde zaman harcamak nasıl bir iman etmektir Allah’a?
O zamanın da Rabbi değil midir? Aldığımız verdiğimiz her nefesin de Rabbi değil midir O?
Söylemesi zor ama, insan “hep dünya da kalacağını sanıyor” hayatın her alanında faaliyet gösterirken.
İşine giderken, evine dönerken, daha lüks evlerde oturmayı düşlerken, banka müdürlerine yalakalık yaparken. İhtiyaç sahiplerini görmezden gelirken.
Ve faiz denen lanet günahla işli dışlı olurken “insan” kendinin hiç ölmeyeceğini, ve hesaba çekilmeyeceğini sanıyor san ki.
Evet, aziz insan! İnsan hep bir koşuşturma içindedir kendine doğru, kendi ölümüne doğru. Hiç farkında olmamış olsa da insan “hep kendine doğru, kendi ölümüne doğru koşan bir varlıktır” her zaman.
Ve bu koşuyu hiç kaybeden olmamıştır tarihin hiçbir döneminde. İnsan çıktığı bütün koşuşturmaların sonunda “kendi ölümüne” varacaktır, hepsi bu dünyanın aslında.
Bu günde bunları demiş olalım. Daha fazla dersek, daha ötelere gidersek “canımız acır” hepimizin. O kadar çok canımızı acıtan, canımızı yakan var ki “bu günlerde” bari biz acıtmayalım bir birimizi. Binler selam ile….