Doğal afet denildiğinde kent halkının ilk aklına gelen şey deprem olurken kırsal kesimde yaşayanların aklına yağmur ve rüzgara dayalı fırtına ve sel gibi felaketler gelmesi algısal seçiciliğin ötesinde öğrenilmiş korkularımızla da ilişkilidir. Çünkü doğal afetlerle diğer pek çok infial yaratan olay gibi birebir kendimiz ya da bir yakınımız karşı karşıya kalmadığı sürece bir gün bizim de yüzleşmek zorunda kalabileceğimizi pek düşünmek istemiyoruz. O yüzden de insanlar çoğu zaman karşı karşıya kalma ihtimali yüksek olan afetlere odaklanırken diğer risklere karşı çok fazla önlem almayı akıl etmiyor. Bunun sonucunda da, doğal afetler çok katlı bir apartmanda yaşayan kent sakini için medyada sürekli bir gün başına gelebileceği konusunda bilinçlendirilen deprem riski, bir sera sahibi için ise ani bastıran bir fırtına, sel baskını ya da yıldırım düşmesi gibi ürünlerine zarar verebilecek risk unsurları anlamına geliyor çoğu zaman. Küresel ısınma probleminin giderek ciddiyetini arttırdığı günümüzde diğer pek çok bölgede olduğu gibi Antalya ikliminde önemli değişiklikler yaşıyoruz. Sıcaklıklardaki artışı ve mevsimler arası sert geçişleri bir kenara bırakırsak bile sert ve ani yağmur ve fırtınalar ile daha önce sadece Amerikan filmlerinden gördüğümüz hortum gibi doğal olayların artık kent merkezi ve kırsal bölgelerde görülmeye başlamasıyla can ve mal kaybının yaşanabildiği ciddi doğal afetlere hazırlıklı olmamız gerektiğini artık kabul etmemiz gerekiyor. Her ne kadar günler öncesinden meteorolojik uyarılar gelmiş olsa da önceki gün öğle saatlerinde başlayıp akşam saatlerine kadar kente önemli zararlar veren fırtına sonrasında batan turistik bir teknede çok sayıda insan kurtarılırken en az iki kişinin kayıp olması gerçekten üzücü. Geçtiğimiz yıllarda sel, fırtına ve yıldırım gibi afetlerle kaybedilen canları da düşündüğümüzde doğal afetlere ne kadar hazır olduğumuzu sorgulamanın zamanı geldiğini düşünüyorum. Önceki gün yaşanan fırtına sonrasında kentin en işlek caddelerinde kökünden sökülen ağaçları, kırılarak kaldırımlara ve yollara devrilen büyük ağaç dallarını, parçalanan tabela, totem ve panjurları, pencere önünde süs amacıyla yerleştirilip rüzgarın şiddetiyle sokağa düşen saksıları ve diğer pek çok tehlikeli nesneyi gördüğümde bizler için en büyük riski doğal afetlerin değil, kendi ellerimizle oluşturduğumuz kent düzeninin oluşturduğunu bir kez daha fark ettim. Mutlaka kanun ya da denetimlerin zoruyla afet dönemlerinde insanlara zarar verebilecek düzenlemeleri sorgulamak yerine kendimizi bu riski yaşayabilecek potansiyel bireyler olarak görüp gerekli önlemleri en kısa zamanda alabilecek şuura eriştiğimiz günlerin doğal afetlere karşı gerçekten hazırız diyebileceğimiz günler olabileceğini düşünüyorum. Huzurlu bir hafta diliyorum!