Hoşbulduk Gazete Bir okurları! Bir süredir ara verdiğim kent yaşamını konu alan yazılarıma artık bu köşede devam etmek istiyorum. Antalya’nın son 30 yıldaki hızlı ve kontrolsüz büyüme sürecine üzülerek şahit olan kent sakinlerinden birisi olarak paylaşmak istediğim o kadar çok şey var ki, her hafta köşemde bu konuları dile getirmeye çalışacağım.
Bu hafta kısaca değinmek istediğim bir konu var ki bence çok fazla dikkat çekmese de oldukça önemli. Geçtiğimiz hafta iki farklı günde gündüz saatlerinde tramvayla yolculuk etme ihtiyacı duydum. Utanarak söylemek zorundayım ama her iki seyahatte de tramvayın içi maalesef öylesine havasızdı ki, içeriye rahatsız edici düzeyde kötü ve ağır bir koku hakim durumdaydı.
Geçmişte Antalya’nın kalbi olan Saat Kulesi civarında çalışan at arabaları yüzünden ortaya çıkan bölgedeki kötü koku hakkında da önemli eleştirilerim olmasına rağmen bir düzeltici çalışma ile karşılaşmamak gerçekten üzücüydü. Kentin en işlek caddelerinde gerekli tesisata sahip olmayan balık-ekmekçilerden yayılan yoğun kızartma kokusuna ne demeli peki? Kışın en etkili dönemini yaşadığımız şu günlerde gökyüzünü kaplayan kömür kokusunu da ısrarla görmezden gelmeye devam etmeliyiz belki de...
İnsan ister istemez soruyor, portakal çiçeği kokulu Antalya’nın şimdilerde bu durumda olması gerçekten hiç kimseyi rahatsız etmiyor mu? Beni ediyor, o yüzden de her hafta Gazete Bir’de sizlerle BİR olup kentimizi ilgilendiren konuları dile getirmek istiyorum.
Gönlünüzce bir hafta diliyorum...