Binaenaleyh, bir insanın fiziki yapısında ibadetin eseri, imanın alametleri görülmüyorsa ahlaki güzellik ve özellik gözlemlenmiyorsa bu demektir ki onun kalbi imanla tanışmamış, dolayısı ile o kalbe, ibadet duygusu için geçit verilmemiştir. Tıpkı bu şuna benziyor; kalpte tertemiz bir kan orada hapsedilip vücudun organlarına taşınmazsa bu kan orada pıhtılaşır, çürümeye kokmaya mahkûm olur. Kalpteki imanda böyledir. Eğer bu iman bedenin organlarına taşınmaz, kalpte hapsedildiği farz edilirse yani amel olarak, iman, bedenin azalarında tezahür edilmezse bu iman da, günün birinde çürümeye, yok olmaya mahkûm kalacaktır.
Bazı gönül ehli zatlar, insan bedenini bir ülkeye, kalbi de bu ülkenin başkenti gibi tasvir ederler, iman ve şeytan beden ülkesinde hâkimiyet ve otoritesini sağlamak için bedenin başkenti olan kalbe yerleşmek için birbiriyle kıyasıya mücadele ederler. Hangisi orayı işgal ederse kalbe bağlı olan el, ayak, göz, kulak, dil v.s. zahiri ve batıni organlar hizmetçi veya askerler olarak kalp sarayını işgal eden iman veya şeytandan gelen emirleri anında uygularlar. Artık beden ülkesi tamamen ya imanın ya da şeytanın tasarrufuna girmiş olur.Bir hadis-i şerifte peygamberimiz (sav): “Eğer şeytanlar insanoğlunun kalbinin üzerinde dolaşmasaydı insanlar göklerin gayb alemini temaşa ederlerdi.” (Ahmed rivayet etmiştir)
Yani kalp sarayına iman tahtını kursa bile şeytan, beden ülkesinde terör estirmek için zaman zaman kalbe bazı saldırılarda bulunur. Çünkü bu imtihanımızın bir gereği ve parçasıdır. Şeytanla mücadele etmenin imtihan olması bizim için bir rahmettir. Çünkü bu mücadele sonucunda imtihanı kazanma sayesinde ebedi hayat, mutluluk ülkesi cennet kazanılıyor.
Kalbe karşı çok hassas olmamızı gerektiren bir husus ta onun çabucak değişikliğe uğrama özelliğine sahip olmasıdır. Zaten isminden de anlaşıldığı gibi “kalp” bir halden bir hale, bir durumdan başka bir duruma dönüşen, çevrilen demektir.
Onun içindir ki Peygamberimiz (sav), kalbinin kaymaması yerinde sabit kalması için büyük hassasiyet göstermiş ve bunun için şöyle duada bulunmuştur: “Ey kalpleri evirip çeviren, kalbimi dinin üzerinde sabit kıl! Ashab: Ey Allah’ın Resulü korkuyor musun? Allah Resulü: Kalp Rahman’ın iki parmağı arasında olup dilediği şekilde onu evirip çevirirken (kalbimin Allah dini üzerinde sabit kalacağından) hangi şey beni emin ve güvencede kılabilir?” (Müslim)
Başka bir rivayette: “(Kalbin) doğrultmasını isterse doğrultur, eğriltmesini isterse de eğriltir” buyurdu.
Allah (cc): “ Onların kalplerini ve gözlerini çeviririz de azgınlıkları içerisinde kör ve şaşkın terk ederiz.” (En’am 110)
Dünyada insana verilecek en büyük ceza yüce Allah’ın onun kalbini tersine döndürmesidir, artık o dünyada kârını zararını, iyiliğini kötülüğünü, kurtuluşunu helâkını ayırt edecek yeteneği kaybeder, sonuçta da ebedi hayatını mahveder.
Onun içindir ki kalbimizin müstakim (doğru) kalması tevhid çizgisinden kaymaması için şöyle dua etmemizi Rabbimiz bize öğretiyor: “Rabbimiz bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi saptırma! Bize katından bir rahmet bağışla, muhakkak ki sen bol bol bağışlayansın.” (Ali İmran 8)
Kalbimizin sapmaması için bu Kur’anı duayı dilimizden eksik etmeme gayretini göstermeliyiz..
İnsan organlarıyla yaptığı işlerden dolayı sevap ve günah kazandığı gibi, kalbiyle de düşündüklerinden dolayı sevap ve günah kazanacağı konusunda çelişkili gibi görünen deliller varsa da iyi düşünüldüğünde Kur’ani ve Nebevi delillerin birbiriyle uyuştuğu aralarında çelişki olmadığı görülür.
a- Kurani deliller:
Nefislerinizdekini açığa vursanız da gizleseniz de Allah onunla sizi hesaba çekecektir, dilediği kimseyi bağışlar, dilediği kimseye azap eder.” (Bakara 284)
Bilmediğin bir şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve kalbin her biri ondan sorumludur.” (İsra 36)
ve benzeri ayetler Kurani delillere örnek gösterilebilir. Devam edecek...