İki sahabe efendimiz bir araya gelse ayrılmadan evvel biri diğerine Asr sûresini okurmuş.
İmâm-ı Şâfî hazretleri, “başka hiç bir şey indirilmemiş olsaydı bu sûre insanlara hidayet için yeterdi” buyurmuşlar.
Fahreddin Râzî (r.a.), “ne yaptımsa Asr sûresinin mânâsını kalbime indiremedim” diyor. Ta ki sıcak bir yaz günü çarşıda buz satan bir adamın söylediklerini duyup hâlini görünceye kadar. Adamcağız, erimeden evvel satmak istediği buzları eliyle göstererek şöyle nida ediyordu: Sermayesi her an tükenmekte olan bu zavallıya yardım edecek kimse yok mu?
SÛREYİ KALBE İNDİRMEK!
Dikkat kesilelim bu ifadeye. Mânâ kalbe nasıl iner? Kalbimize indirdiğimiz kaç sûre var?
Kaçımız bu hadiseyi bilmekle o sûrenin mânâsını kalbimize indirebiliriz bilmem ama hepimiz Herat çarşısında buz satan o adam gibiyiz.
Dünya bir çarşı. Sermayemiz ömrümüz. Güneş altında eriyen buzlar gibi geçiyor günler. Ömrü verip bir şey almaya geldik buraya. Zaman geçiyor, sermaye tükeniyor ama elde avuçta bir şey yok. Buyurun size hüsran!
Asr sûresi, işte bu hüsrandan kurtuluşun reçetesi.
“Asra yemin olsun ki, insan hüsrandadır. Ancak iman edip sâlih amel işleyenler ve birbirlerine sabrı ve hakkı tavsiye edenler müstesna“
Hüsrandan kurtuluş için yapılması gereken dört şey var demek ki: İman etmek, sâlih amel işlemek, sabrı tavsiye etmek, hakkı tavsiye etmek.
Tahkikinden haberimiz olmasa da taklit ile bir imanımız var. Sabrı ve hakkı kendimize tam telkin edemesek de başkalarına tavsiye etmeye gayret ediyoruz.
PEKİ YA SÂLİH AMEL?
Sâlih amelin, imanın hakikatine ulaşmasıyla da, sabrı ve hakkı, hakkıyla bilip tavsiye edebilmekle de yakından irtibatı var. Çünkü ancak hakiki iman sahiplerinin amelleri sâlih olur, sâlih amel işlemek de insanı imanın hakikatine yaklaştırır, buyurmuşlar. Sabrı ve hakkı tavsiye dil ile olursa tavsiye edilene pek faydası olmaz. Tavsiye sahibi sabrı ve hakkı kendisi yaşayabiliyorsa diliyle tavsiye etmesine gerek dahi kalmaz. Üstelik sabrı ve hakkı tavsiye de birer sâlih ameldir.
SÂLİH AMEL NE DEMEK?
Helâl dairesinde kalmak şartıyla, Allah rızası için yapılan her şey sâlih ameldir, demiş büyükler. Herhangi bir işin bizi imanın hakikatine yaklaştırıp hüsrandan kurtaracak bir sâlih amel olması için olmazsa olmaz ilk şart, Allah rızası. Yani niyet.
Niyet olmadan bir ibadet bile herhangi bir şey gibiyken, niyetle herhangi bir şey dahi bir ibadet oluveriyor. Çalışmak, okumak, gelmek, gitmek, dinlenmek, yemek, uyumak... Aklınıza ne gelirse...
Allah dostları buyurmuşlar ki, insan evinden çıkıp işe giderken şöyle bir niyet etse, eve dönünceye kadar ibadet sevabı alır:
“Ya Rabbi ben işe gidiyorum ama rızkım için değil. Sen Rezzâk-ı mutlaksın, rızkımızı verirsin. Ancak çoluk çocuğun rızkını temin etmeyi bize vacib kılmışsın, ben de senin rızan için çalışmaya gidiyorum.” Devamı yarın...