“Osmanlı'da ekonomik sistem nedir?” diye bir araştırmaya girişir bir profesör. Adı: Mehmet Genç. Kırk yılını Osmanlı Arşivlerinde geçirir ve şu sonuca ulaşır. Osmanlıda; ne kapitalizm, ne komünizm, ne liberalizm. Bunların hiçbiri yoktur. Sistemin adı provizyonizmdir. 1838'e kadar, Osmanlı'yı denk bütçe ve sıfır dış borç ile getiren sistemin adıdır bu. Peki nedir provizyonizm?
Provizyonizm, bir çeşit kendi kendine yetme stratejisi olup, ihracata yasak getirir. Osmanlı’da, her eyalet, kendi ürettiği ürünün, kendine yetecek kadarını, önce kendine alır. Daha sonra kalanını, merkezi hükümete verir. Kalanlar da, merkez eliyle, diğer eyaletlere dağıtılır. Örneğin; Antalya’da yetişen tüm portakallar, öncelikle Antalya ahalisine ayrılır. Artanı ise, yine Osmanlı sınırlarında kalmak üzere, diğer eyaletlere dağıtılır. Aynı şekilde, Ege’de üretilen pamuk fazlası da, Antalya’ya ulaştırılır ve ihtiyaçlar dengelenmiş olur. Bu sistemde temel amaç kâr değil, mümkün olduğunca, halka bol ve ucuz arz yapmaktır.
18. yüzyılın sonlarında, başta İngiltere’de olmak üzere, Avrupa ülkelerinde başlayan sanayi devrimi ile, fabrikalarda inanılmaz derecede hammadde ihtiyacı baş gösterir. Bunun üzerine, hammadde konusunda, uçsuz bucaksız bir alt yapı çeşitliliğine sahip olan, Anadolu topraklarına göz dikilir. Osmanlı Devleti’ne, başta tekstilde kullanılmak amacıyla pamuk ve diğer hammaddeler olmak üzere, kendilerine ürün ithal edilmesi için başvuruda bulunulur. Osmanlı Devleti’nin, mevcut ekonomik düzeni, ihracat yasağına dayandığı için, yapılan teklifi kabul etmezler. Yıllarca yapılan ısrarlara rağmen, 1838’e kadar bu durum böyle sürüp gitmiştir.
1831’e gelindiğinde, Osmanlı Devleti, Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın isyanıyla sarsılmıştır. Osmanlı, bir valisinin isyanını bastırmayı başaramamış, Kavalalı, Kütahya içlerine kadar ilerlemiştir. Güçlü donanması olan İngiltere de, fırsattan istifade, Osmanlı’ya yardım talebinde bulunmuş ve isyanı bastırmıştır. Tabi ki, sanayi denen açgözlü canavarın, karnını doyuracak hammaddeleri, Anadolu’dan alma karşılığında. Evet, zorda kalan Osmanlı Devleti, kuruluşundan beri tavizsiz devam ettirdiği, provizyonizm sistemini bozmak zorunda kalır ve böylece millet olarak kapitalizm ve sanayileşme karşısında, günümüze değin devam edecek olan, ilk yenilgimizi almış oluruz. Osmanlı Devleti 1838 tarihinde, Balta limanı Antlaşması ve diğer Avrupalı devletlerle yapılan ticari sözleşmelerle, ihracat yasağını delmeye başlar. Denk bütçe zamanla açık vermeye başlar. 1854 yılında, ilk kez dış borç alınır. Artık kapitalizm Anadolu’ya adım atmıştır.
Peki günümüz kapitalist sistemi nedir? Hangi esaslara dayanır? Dayanakları nelerdir? Kapitalizm; tüketimin ve ihtiyaçların arttırılabilmesi için, her türlü sahtekarlığın sergilendiği, insanların bu “sözde” ihtiyaçları almak adına, bankalara borçlandırıldığı, bankalara borçlanan insanların, daha çok çalışmak zorunda bırakılarak köleleştirildiği, çalışmaktan insanlara, insani duygularını yaşama ve içindeki durumu sorgulama zamanı bırakmayan, üstte sınırlı bir zengin kesim yaratan, tabanı ise çok geniş halk kitlelerinden oluşan şeytani bir sistemin adıdır.
Yaklaşık iki asır önce Anadolu topraklarına sızan zehri(Kapitalizm) ,damarlarımızdan atacak panzehrin vakti gelmedi mi sizce de? Yoksa zehir bünyeyi ele geçirdi ve panzehri mi unuttuk? Sorun büyüktür, uluslararasıdır, üst akıldır vesaire vesaire… Asıl olan, birey birey ne kadar direnebiliyoruz? Mesele budur. Temel felsefemiz; Platon’un da sözlerindeki gibi: “Önemli olan; hayatta "en çok şeye sahip olmak" değil "en az şeye ihtiyaç duymak” olmalıdır. Ve şu sözün hikmetini çözebildiğimiz zaman işimiz daha da kolaylaşacaktır: “Eğer tadını bilirseniz; ekmeği paylaşmak, ekmekten daha lezzetlidir...”
Haftanın Sözü:- İki şey yanlış yapmanı engeller:1- Şahıs ve olayları akıl ve kalp süzgeçinden geçirmek 2- Hak yememek