Not: Toplumu bilgilendirmek adına önemli bir eserden iktibas yapılmıştır.
Tahirü'l-Mevlevî, Mevlevilik tarikatının Kur'an ve Sünnet'e uygun bir yol olduğunu Mevlânâ'nın 'Men bende-i Kur'ânem eger cân dârem' mısraı ile başlayan meşhur rubâisini de delil olarak göstererek şöyle açıklamıştır:
"Hazret-i Pîr'in mesleği, Peygamber Efendimizin sünnetine kemâliyle uymaktır. Şu hâlde Mevlevîlik sünnet yolu demektir. Nitekim kendisi;
Men bende-i Kur'ânem eger cân dârem
Men hâk-i reh-i Muhammed Muhtârem
Ger nakl koned cüz în kes ez güftârem
Bîzârem ez o vü zin sühân bîzârem
Yani "Ben, kul, köle isem; Kur'ân'ın bendesi Muhammedül- Muhtâr'ın yolunun toprağı, yani ayağının tozuyum. Eğer biri, be-nim sözlerimden bundan başka bir şey naklederse; ondan da naklettiği sözden de rahatsız olurum." buyurmuştur" .
Mevlevîliği sünnet yolu olarak tarif eden Tahirü'l-Mevlevî, Mevlevîlerin tarih boyunca Hz. Peygamberin sünnetindeki ilkeleri nasıl uyguladıkları hakkında da örnekleri Şerh-i Mesnevî adlı eserinde göstermiştir. Onun verdiği bilgilerden , Mevlevîlerin namazlardan sonra şükür secdesi yaparak Peygamberimizin "Ya Rabbî bizi oyalayan şeylerden kurtar ve her şeyin hakikatini bize olduğu gibi göster" hadis-i şerifini okuyarak Allah'a dua ettiklerini öğreniyoruz.
Mevlevîlerin yolunun Hz. Peygamber'in sünnetine uymak ol-duğu hakkında Tahirül-Mevlevî'nin verdiği bir başka örnek ise şudur: Mevlevî tekkelerinde, Ramazan ayından önceki gece bir araya gelen dervişler yatsı ve teravih namazlarını kıldıktan sonra şeyhin elini öperler ve getirdikleri hediyeleri bırakırlar ve şeyh efendi de bayramda bütün dervişlere hediye dağıtırmış. Bu uygu-lama, Hz. Muhammed'in "Birbirinize hediye veriniz ki aranızdaki sevgi artsın" hadis-i şerifinden kaynaklanmaktadır .
Tahirül-Mevlevî'ye göre, Mevlevî tarikatının en belirgin özel-liklerinden birisi edebe son derece önem vermesidir. O, bunun için bu tarikata bağlı çok sayıda şair ve edebiyatçının yetiştiğini şöyle ifade etmiştir:
"(Âyet âyet heme-i ma'nâ-i Kur'ân edebest) yani Kur'ân'ın bü-tün âyetlerindeki mâna edepten ibarettir. Mevlânâ tarikatı için edebi esas tutmuştur. Bu itibarla Mevlevîlikte gâye hem sûrî, hem manevî edeptir. Onun için bir Mevlevî dervişi sûrî edebi de muhafazaya çalışır, kâl ve hâlinde edepten ayrılmamaya gayret eder. Bunun tesiriyledir ki Mevlevîlerde yetişen edipler ve şairler hiçbir tarikatta, hatta hiçbir meslekte yetişmemiştir.
Mevlânâ, 'derviş günah eder mi?' sualine karşı 'Acıkmadan yerse günah olur' cevabını verdi. Bu, bir edeptir. Sultan Veled'in ayna karşı-sında sarık sardığını görünce men etti. Bu da bir edeptir. 'Ölüyü mezara kefenle mi tabutla mı koymalı' diye sormuşlar. Çelebi Hüsameddin cevap versin demiş. Çelebi de 'İnsan ile ağaç topraktan mahlûk olduğu için kardeş sayılır.
Şu hâlde meyyiti (ölüyü) tabutsuz mezara koymak, evlâdı anasının kucağına vermek kabilinden olur' deyince Mevlânâ 'Bu cevap hiçbir kitapta yazılı değildir' diyerek Çelebi'nin zekâ ve zerâfetini takdir etti. Bu, liyakatın takdirini takdim eden bir edeptir.
Sonra Çelebi Hüsameddin, kendisinden feyz aldığı hâlde Mesnevî'nin müteaddit yerinde ona karşı fevkalâde tazim ve ihtiram gösterir. Bu da büyük bir zatın madûnuna karşı yapması lazım gelen hareketi öğretir bir edeptir. Hülasa Mevlevîliğin esası her manasıyla edeptir."