"Şeb-i Arus döneminde Ayin-i Şerif öncesinde bilgilendirme yapılıyor. Ama tabi orada insanlar yine dinleyen olmakla birlikte dinlemeyenlerin deyine sanki çoğunlukta olduğu, insanların duymadığını, anlamadığını görüyoruz" (Oğuz Karakaya, Kişisel Görüşme, 05.11.2015). İnsanların ayinin içeriğine yönelik bilgi sahibi olma konusunda isteksiz oluşunun, izleyici kitlesinin davranış biçiminden anlaşıldığı Karakaya tarafından ifade edilmiştir.
17 Aralık 2015 tarihli Şeb-i Arus öncesinde ve sonrasında izleyicilerin bazılarına yöneltilen soruların cevapları ise dikkat çekici bir niteliktedir. Bu cevapların bir kısmı insanların ayini merak duygusuyla izlemeye geldiğini bir kısmı da siyasi liderleri izlemek için ya da Şeb-i Arus'da konser programı kapsamında yer alan Ahmet Özhan'ı izlemek için geldiğini ifade etmiştir.
Bu görüşlerin dışında "Yani ben dinimizde böyle bir durumun olmadığını düşünüyorum. Folklorik gibi bir hal aldı aslında. Mevlâna da semayı bu niyetle yapmamış. Sonradan bu şekle gelmiş. Öyle olduğu için bana orada çok duygusal an, bir şey yaşatmıyor açıkçası" (Canan Ünal, Kişisel Görüşme, 17.12.2015) ifadeleriyle sergilenen ayinlerin Mevlâna Celaleddin Rumî'nin sema anlayışıyla uyuşmadığı belirtilmiştir.
Diğer bir taraftan "Dini bir ayin gibi görülüyor. Öyle görmüyorum açıkçası. Güzel bir orada program yapılıyor hoş bir ortam var. Sadece o" (Melahat Büyüksütçü, Kişisel Görüşme, 17.12.2015) ifadeleriyle ayinin mana açısından derinliğinin olmadığını ve ayinin dinî bir karakter taşımadığını düşünen kişilerin varlığı da dikkat çekicidir.
Günümüzde İcracılık, Ayin İcraları ve Ayin Besteciliği
Mevlevî ayin müziği, inanç ve müzik ilişkisi üzerine inşa edilmiş sanatlı bir form olarak hem ayin geleneğiyle hem de geleneksel Türk Müziğiyle kopmaz bağları olan özel bir noktada yer alır. Bu doğrultuda akla gelen soru, ayin icracısının geleneksel Türk müziği icracısıyla ayrılan özelliklerinin neler olduğudur.
Bu sorunun yanıtını icracının mutrip heyetinin bulunduğu bölümde oturup, sikke ve hırka giyerek ayine iştirak etmesi olarak açıklamamız mümkün değildir. Geçmişin konservatuarları olarak nitelendirilen Mevlevîhanelerde yetişen icracıları göz önünde bulundurduğumuzda, bu icracıların hem Mevlevî geleneğinde hem Türk müziği alanında Mevlevî müzisyenler olarak nitelendirilmesi söz konusudur.
Bu doğrultuda bir müzisyenin Mevlevî olarak nitelendirilmesi için Mevlevî geleneğinin müzikle olan ilişkisinin kökeninde var olan müziğe ve müzisyene yüklenmiş mana dünyasını tanıması gereklidir. Müzikle ilişkili felsefi ve düşünsel altyapının Mevlâna Celaleddin Rumî'nin eserlerinde ve müzisyen olan Mevlevî büyüklerinin eserlerinde yoğun bir biçimde yer aldığı görülür.
Bu eserlerde müzik sanatının Tanrı-insan ilişkisinde ilahi bir amaca hizmet ettiği, derinlikli ifadelerde yer alan müzik ve müzik unsurlarından anlaşılabilmektedir. Konuya ilişkin Divan-ı Kebir'de yer alan bazı örnekler şöyledir:
"Ne mutlu o beden çengine ki Tanrı eli akordetmiştir onu, sonra da kucağına almıştır, kendisi çalmaya başlamıştır. Dünyada çenglerin ustası o çengtir; eyvahlar olsun o çenge ki onunlayarışa girer, onu beğenmez de ondan üstün olmaya girişir. Yel bile Tanrı çenginde gizli güzelim bir teldir kiferyatlarla o büyücü gözleri över durur" (Divan-ı Kebir, C. III: 4174).
Örneklerden anlaşılacağı üzere müzik ve müzik unsurları, Tanrı-insan ilişkisine vurgu yapan bu ifadelerin mitolojik karaktere bürünmüş başkahramanı gibidir. Bu noktada müzisyenden beklenen müzikle ilişkili olan bu mana dünyasından haberdar olması, müziğin Mevlevîlik için ya da ayin geleneği için ne anlama geldiğini idrak etmesidir.