Hakk'a ermek, kemale ermek, olgunlaşmak, seyr ve süluku tamamlamak (Özköse, 2005:
234) olarak tanımlanan vuslat, Mevlâna Celaleddin Rumî'nin Tanrı'yla buluşmasını ifade
eden tasavvufî bir düşüncedir. Bu noktada Kökçü'nün Mevlâna Celaleddin Rumî'nin
vuslat anlayışıyla kırmızı post arasındaki ilişkiye dikkat çektiği görülür. Mevlevî ayin
geleneğinde giysilerle ilişkili olan sembolik figürler de görüşme kişileri tarafından hem sembolize edilen manalar hem de bu manaların dayanağının sorgulanması noktasında değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmelerde sikke ve tennure gibi giysilerin manalarına yönelik sıkça rastlanılan tanımlamalardan bahseden görüşme kişisi Hakkı Özsoy şu açıklamalarda bulunmuştur: "Sikke, takke diyor insanlar. Biz sikke deriz.
O sikke mezar taşını ifade eder. Giyilen beyaz tennure kefeni sembolize eder. Yani peygamber efendimizin 'ölmeden önce ölünüz' hadis-i şerifinde buyurduğu bu hadisifıziksel olarak acizane yaşamaya çalışırız" (Hakkı Özsoy, Kişisel Görüşme, 16.12.2015). Giysiler ve anlamları konusunun bugün Mevlevîlikle ilişkili broşür, kitap vs. kaynaklarda sıkça yer aldığı görülür. Görüşme kişileri tarafından bu unsurlara Özsoy'un da tanımladığı gibi benzer açıklamalar getirilmiştir. Ancak bu figürler ve sembolleri Süleyman Erguner ve Tuğrul İnançer klişeleşmiş, gerçekliği yansıtmayan tanımlamalar olarak değerlendirilmiştir.
O kadar sloganlaşmış laflar, tennure semazenin kefeniymiş, sikkesi mezar taşıymış. Tennure nefsin kefenidir. Kişinin değil. Sikke de nefsin mezar taşıdır. Kişinin değil. Kişi başka nefis başka. Nefisten ölürsen gönülle kalırsın. "Bunun için dervişlik nefisten ölme sanatıdır" onun simgesidir dervişlik. Ayrıca işte Mevlevi tennuresi böyle olmaz (Tuğrul İnançer, Kişisel Görüşme, 15.12.2015).
İnançer, ayine iştirak edenlerin diğer zamanlarda gündelik işler arasında bu giysileri giymelerinin imkansız olduğunu açıklamış, tennure ve sikkeyi nefsin tennuresi ve nefsin sikkesi olarak tanımlamıştır. Dolayısıyla Mevlevîliğin anlam dünyası içerisinde bir karşılığı olmayan bu tanımlamaların derinlikli bir içeriği olmadığı konusu vurgulanmıştır. Süleyman Erguner ise giysilere ve semazenlerin baş ve kol hareketlerine yüklenen manaların gerçekliği yansıtmadığını ifade etmiş ve bu kıyafetleri kreasyon olarak değerlendirmiştir.