"Mevlevî Ayinlerinin Tarihsel Gelişimi ve İcrası Üzerine Bir İnceleme" adlı bu çalışma, bir giriş, iki bölüm ve bir sonuçtan oluşmaktadır. Giriş bölümünde, Mevlevîliğe ait müzikle bağlantılı sözcükler açıklanmaktadır. Birinci bölümde Mevlevî Ayinlerinin tarihsel gelişimi, ikinci bölümde ise icrası hakkında bilgi verilmektedir. ( Özgür Sadık KARATAŞ )
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (ö.672/1273) tarafından kurulan Mevlevîyye tarîkatı, Mevlânâ'dan sonra onun soyundan gelen ve "Çelebi" unvanı verilen şeyhlerce devam ettirilmiştir. Mevlevîlik, kuruluşundan bu yana en yaygın tarîkatlardan biri olma özelliğini korumuştur.
Konya'dan sonra başta İstanbul olmak üzere Şam, Halep, Kahire, Bursa, Balkanlar ve Kırım gibi Osmanlı ülkesinin önemli merkezlerinde Mevlevî dergâhları ve mensupları her devirde bulunmuştur. Osmanlı sultanları da Mevlevîliğe ilgi duymuşlardır ve bunların arasında en bilineni III. Selim Hân'dır.
Mevlevîliğin merkezi Konya'daki Mevlânâ âsitânesidir. Mevlevîhâneler, diğer tarîkat- ların tekke ve zâviyelerinden daha büyük olurdu. Bunun sebebi tarîkattaki Semâ' veya sima', lügatta işitmek, güzel ve iyi şöhreti, anılışı duymak anlamlarına gelir. Terim olarak, mûsikî nağmelerini dinlemeye, dinlerken vecde gelip harekette bulunmaya, kendinden geçmeye, semâ' denmiştir (Gölpınarlı, 2006, s.59).
Başlangıçta Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'de başlayıp, Şems'in teşviki ile dönme şeklinde tezâhür eden semâ' âyini kısa zamanda büyük bir rağbet görmüş ve devrin ileri gelenlerinin, bir nevi yarı dinî eğlence ziyâfeti hâlini almıştır. Toplu halde icra edilen bu semâ' âyinleri, Mevlânâ'nın bulunduğu medresede, Hüsameddîn Çelebi'nin evinde, Ilgın'da devrin ileri gelenlerinin evlerinde veya Sadreddîn-i Konevî'nin medresesinde tertip ediliyordu.
Başlangıçta semâ' zamanı, Mevlânâ'nın vecd hallerinin gelişine bağlı görülmektedir. Onun herhangi bir heyecan uyandıran hâli, bir sözü veya bir kerâmeti gibi hâl ve hareketler, başta kendisi olmak üzere toplu halde bir semâ'a vesile oluyordu. Mevlânâ'nın vefâtından sonra Hüsameddîn Çelebi tarafından, cuma namazını müteakip, Kur'an okunduk-tan sonra icra edilmesi bir gelenek hâline getirildi (Uludağ, 1999, s.365- 366).
Semâ'ın bilhassa Mevlevî tekkelerinde âdâb ve erkâna riayet edilerek bir âyin halinde hangi tarihte icra edilmeye başlandığı bilinmemektedir. Kaynaklar, semâ' âyin ve erkânının son şeklini Pîr Âdil Çelebi (ö. 1460) zamanında aldığını bildirir (Gölpınarlı, 1983, s.100; 2006, s.88-89). Bu sebepten, Âdil Çelebi'ye Mevlevî tarîkatına yaptığı bu katkıdan dolayı "pîr" lakabı verilmiştir.
Yâni XV. asırdan itibâren semâ'ın belirli bir erkân üzerine tertiplenmesi sebebiyle semâ' meclisleri, tekke haricinde Mevlânâ döneminde olduğu gibi düzensiz şeklinden, tekke içine alınarak, "mukabele" ismiyle törenleştirilmiştir. Semâ', bu tarihten itibâren Pîr Âdil Çelebi zamanında belirli esaslara bağlı olarak ve bugün de olduğu gibi bütün Mevlevî tekkelerinde icrâ edilmeye başlanmıştır. Her yerde ve her tekkede aynı şekilde icrâ edilmesini de Çelebilik makamı temin etmiştir (Küçük, 2006, sy.7, s.51).
Mevlevî âyinine mukabele de denmektedir. Arapça "karşı karşıya bulunma, yüz yüze gelme" anlamında kullanılan âyin kelimesine (Ayverdi, 2005, s.2131-2132) mukabele adının verilmesinin sebebi, âyinin "devr-i Ve- ledî" kısmında âyine katılanların birbirlerini "baş kesip" yani sağ ayağın başparmağını, sol ayağın başparmağı üzerine koyarak; sağ elin kalp üstüne, sol elin sağ böğüre getirilerek vücudun biraz öne, başın vücuda doğru daha aşağıya ve düz olarak eğilmesi şeklinde karşılarındakilerine bakmalarıdır ( Gölpınarlı, 2006, s.20).