Çeviren: Veled Çelebi (İzbudak)CİLT 1 - (1 - 700 Beyitler)
95. Sora sora odanın başköşesine kadar çekti ve dedi ki: "Nihayet sabırla bir define buldum. Ey vuslatı, her sualin cevabı! Senin yüzünden nişliğin anahtarıdır" sözünün mânası, Ey vuslatı, her sualin cevabı! Senin yüzünden müşkül, konuşmaksızın, dedikodusuz hallolur gider. Sen, gönlümüzde, onların tercümanısın, her ayağı çamura batanın elinitutan sensin.
Ey seçilmiş, ey Tanrı'dan razı olmuş ve Tanrı rızasını kazanmış kişi, merhaba! Sen kaybolursan hemen kaza gelir, feza daralır.
Sen, kavmin ulususun, sana müştak olmayan, seni arzulamayan bayağılaşmıştır. Bundan vazgeçmezse..." O ağırlama, o hal hâtır sorma meclisi geçince o zatın elini tutup hareme götürdü.
Padişahın hastayı görmek üzere hekimi götürmesi
Padişah, hastayı ve hastalığını anlatıp sonra onu hastanın yanına götürdü. Hekim, hastanın yüzünü görüp, nabzını sayıp, idrarını muayene etti. Hastalığının ârazını ve sebeplerini de dinledi. Dedi ki: "Öbür hekimlerin çeşitli tedavileri, tamir değil; büsbütün harap etmişler.
Onlar, iç ahvalinden haberdar değildirler. Körlüklerinden hepsinin aklı dışarıda." Hekim, hastalığı gördü, gizli şey ona açıldı. Fakat onu gizledi ve sultana söylemedi. Hastalığı safra ve sevdadan değildi. Her odunun kokusu, dumanından meydana çıkar. İnlemesinden gördü ki, o gönül hastasıdır. Vücudu afiyettedir ama o, gönüle tutulmuştur. Âşıklık gönül iniltisinden belli olur, hiçbir hastalık gönül hastalığı gibi değildir.
Âşığın hastalığı bütün hastalıklardan ayrıdır. Aşk, Tanrı sırlarının usturlâbıdır.
Âşıklık, ister o cihetten olsun, ister bu cihetten... âkıbet bizim için o tarafa kılavuzdur.
Aşkı şerh etmek ve anlatmak için ne söylersem söyliyeyim... asıl aşka gelince o sözlerden mahcup olurum.
Dilin tefsiri gerçi pek aydınlatıcıdır, fakat dile düşmeyen aşk daha aydındır.
Çünkü kalem, yazmada koşup durmaktadır, ama aşk bahsine gelince; çatlar, âciz kalır.
Aşkın şerhinde akıl, çamura saplanmış eşek gibi yattı kaldı. Aşkı , âşıklığı yine aşk şerh etti.
Güneşin vucuduna delil, yine güneştir. Sana delil lâzımsa güneşten yüz çevirme.
Gerçi gölgede güneşin varlığından bir nişan verir, fakat asıl güneş her an can nuru bahşeyler.
Gölge sana gece misali gibi uyku getirir. Ama güneş doğuverince ay yarılır (nuru görünmez olur).
Zaten cihanda güneş gibi misli bulunmaz bir şey yoktur. Baki olan can güneşi öyle bir güneştir ki, asla gurub etmez.
Güneş, gerçi tektir, fakat onun mislini tasvir etmek mümkündür.
Ama kendisinden esîr var olan güneş, öyle bir güneştir ki, ona zihinde de, dışarda da benzer olamaz. Nerede tasavvurda onun sığacağı bir yer ki misli tasvir edilebilsin! Şemseddin'in sözü gelince dördüncü kat göğün güneşi başını çekti, gizlendi. Onun adı anılınca ihsanlarından bir remzi anlatmak vacip oldu.
Can, şu anda eteğimi çekiyor. Yusuf'un gömleğinden koku almış!
"Yıllarca süren sohbet hakkı için o güzel hallerden tekrar bir hali söyle, anlat.
Ki yer, gök gülsün, sevinsin. Akıl, ruh ve göz de yüz derece daha fazla sevince, neşeye dalsın" (diyor).
"Beni külfete sokma, çünkü ben şimdi yokluktayım. Zihnim durakladı, onu öğmekten âcizim.
Ayık olmayan kişinin her söylediği söz -- dilerse tekellüfe düşsün, dilerse haddinden fazla zarafet satmaya kalkışsın
-- yaraşır söz değildir.