Kur'ân'ın ilk elde Arabistan'a, oradan da tüm dünyaya rehber olması amaçlanmıştı. Araplar, uzun süre, çok tanncılık ve putperestlik bata^na saplanmışlardı. Ayrıca içki, kumar ve vesâir kötü alışkanlıklara da müptelâ idiler. Peygamber [s.a.v], kendi görevinin insanları doğru yola iletmek, ahlâksızlıktan arındırıp hastalıklardan kurtarmak olduğunu ilk ilân ettiğinde, herkes ona karşı çıktı.
Kur'ân gibi bir kitabın böyle dik kafalı bir topluma bir defada indirilmesi doğru olmadığından olsa gerek, parça parça vahyedilmiş ve vahiy, Peygamber [s.a.v]'in peygamberlik süresi boyunca devam etmiştir. Kur'ân'a zemin hazırlanması ve ülkedeki atmosferin değiştirilmesi ilk safrada onüç senelik bir zamanı gerektirmiştir.
Nübüvvetin ikinci safhasında, Kur'ân âyetleri insanların büyük bir kısmı tarafından kabul görmeye başlamıştır. Kur'ân, Johnson'ın deyişiyle, "Bir Peygamberin özde Sâmi, ama mânaca evrensel ve zamanüstü çağrısı; öyle ki, bütün zamanların mühim şahsiyetleri isteseler de istemeseler de ondan etkilenmiş, mümtaz kalplerde dünya fethini yankılandırmış.
Hristiyanlığın karanlığa gömülü olduğu bir devirde, kendisini, Asya ve Yunanistan'ın yaratıcı ışığının Hristiyan Avrupanın kasvetli havasını delebilmesine imkân tanıyan ihyâ edici bir güç hâline getirmiştir.
Kur'ân'ı tercüme eden ya da onunla ilgili yazılar kaleme alan kimi müsteşrikler, Kur'ân'daki âyet ve sûrelerin Hz. Peygamber [s.a.v] hayattayken dağınık bir vaziyette bulunduğunu, Kur'ân'ın O'nun irtihâ- linden sonra Sahabîlerin sözlü delâletine dayanarak bir araya getirildiğini ve dolayısıyla orijinalitesinin tartışmaya açık olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Oysa bu iddia, sahiplerinin cehâletini ele vermekten başka bir işe yaramaz. Kur'ân'ın âyet ve sûrelerinin Peygamber [s.a.v]'in vefatından sonra bir araya getirildiği iddiası doğru değildir. Çünkü tüm âyetlerin Peygamber [s.a.v]'in doğrudan emriyle bir araya getirildiğine ve yine tüm sûrelerin O'nun tarafından tek tek isimlendirildiğine dâir çok güçlü tarihî deliller mevcuttur.
Ayet ve sûrelerin bir araya getirilişi şöyle olmaktaydı: Vahyin her gelişinde Peygamber [s.a.v], başlarında Zeyd bin Sâbit (r.a.)'ın bulunduğu kâtiplerine benzer âyetleri aynı sûrenin altında toplamalarını emretmekte ve her bir sûreye de ismini kendisi vermekteydi.
Bazen iki ayrı sûrenin âyetlerinin eşzamanlı vahyedildiği olmuş ve Peygamber [s.a.v], karışmasın diye bunları ayn ayn yazdırmıştır. Böylece Peygamber [s.a.v]'in ömrünün son demlerinde tüm âyetler toplanmış ve bütün sûreler isimlendirilmiş vaziyetteydi. Halife Ebu Bekir (r.a.)'in yaptığı ise, sûreleri Peygamber [s.a.v]'in istediği tertip içinde tanzimden ibarettir.
Üçüncü Halife Hz. Osman (r.a.), (Hz. Ebubekir tarafın-dan hazırlanan Kur'ân nüshasının birebir aynısını) resmî olarak çoğaltıp halka arzetmiş ve diğer dinlerde örnekleri görüldüğü üzere farklı okunuşların itikadı farklılıklara yol açmaması için (resmî nüshadan sadece okunuşta ayrılan) diğer Kur'ân nüshâlarını yasaklamıştır. Böylece Kur'ân âyetlerinin bir kitap hâlinde bir araya getirilmesi işi üç safhada gerçekleştirilmiştir. İlk safha, Hz. Peygamber [s.a.v] zamanında yapılmış olan toplama, ikinci safha, Hz. Ömer'in talebi üzerine Hz. Ebubekir'in emriyle kitap hâline getirme ve üçüncü safha, Hz. Osman zamanında tek bir resmi nüshanın kabulü veya halka arzıdır.
Vahyedilmiş son kitap olarak Kur'ân-ı Kerim, önceki dinleri eni konu hülasa edip, dünyanın bazı önemli kavim ve ülkelerine atıflarda bulunmaktadır. Bu atıflar, Kitab-ı Mukaddes ve eski müellifler tarafından teyid edilmekle kalmayıp, yeni arkeolojik keşiflerce desteklenmektedir.
Bir kaç Avrupalı müsteşrikin Arabistan’ı araştırıp şaşaalı geçmişinin izlerini bulma, şaheserlerini keşfedip, kitâbeleri çözme işine girişmiş bulunmaları sevindirici bir gelişmedir. Bu insanların yaptıkları keşif ve araştırmalar, Kur'ân'daki kavim ve ülke tasvirlerini doğrulamaktadır.